Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bunun anlamı şudur: Türkiye'nin bütün büyük akarsuları içilemeyecek kadar zehirlidir ve kirlenmeye devam ederek içinde yaşam barındırmayacak hale geliyor. Sulara akıtılan zehir gölleri ve yeraltı su kaynaklarını da zehirliyor. O kadar da değil. Türkiye'nin yıllık kullanılabilir su miktarının % 70'i tarımda tüketiliyor. Demek ki nehirlere ve göllere döktüğümüz zehir ve pisliğin bir miktarını, aldığımız gıda vasıtasıyla içimize akıtıyoruz.Genel kanaatin aksine Türkiye su zengini bir ülke değildir. "Yarı-kurak bir iklim kuşağı"nda bulunan, düzensiz bir yağış rejimine sahip, sürekli kuraklık riski altında olan bir ülkedir" Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'ne göre. Su zengini, yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 metreküpten daha fazla olan ülkelere denir. Türkiye'de sanayi tesislerinin % 98'inde, belediyelerin % 95'inde, otellerin % 81'inde atık arıtma tesisi yoktur. Oysa Türkiye'de kişi başına düşen kullanılabilir su 1.430 metreküptür. Türkiye, kişi başına 2.020 m3 kullanılabilir su kaynağına sahip Irak'ın bile epey gerisindedir.Meteoroloji'nin öngördüğü kuraklık riski, Ankaralıların arkında olduğu gibi, bu yıl gerçekleşti. Ekim 2006 ile Temmuz 2007 arasında Türkiye'de yağışlarda normale göre % 17 azalma oldu. Bazı bölgelerdeki azalma, ortalamanın çok üstündeydi: % 43 ile Ege, % 34 ile Marmara, % 22 ile İç Anadolu örneğin. Özellikle (Sürpriizz!) Ankara, Çankırı, İstanbul, Balıkesir, İzmir, Manisa, Muğla civarlarında kuraklık ciddi boyutlara ulaştı.Azalan yağışların etkisiyle "çok şiddetli kuraklık" yaşayan İstanbul'da da durum parlak gözükmüyor. Meteoroloji'ye göre yağışlar bu şekilde yetersiz devam ettiği sürece yeraltı su kaynakları için de sıkıntı meydana gelebilecek. Kış mevsiminde kar yağışlarının olmaması nedeniyle, baraj, göl ve nehirlerin yeterince beslenmemesi ve yüksek sıcaklıklara bağlı olarak aşırı buharlaşmanın yol açtığı su kaybı, kuraklığın şiddetini ve etkilerini artırdı. Rakamların dili Yılın geriye kalan kısmı için tahmin iyimser değil. Sonbahar yağışlarının iç ve batı kesimlerinde yaşanan kuraklığı önümüzdeki 4-5 aylık süreçte ortadan kaldırması olasılığı düşüktür."Türkiye, nasıl deprem riskiyle yaşamasını öğrenmek durumundaysa, tıpkı kuraklık riskiyle de yaşamasını öğrenmek durumdadır" diyor Meteoroloji.Doğal Hayatı Koruma Vakfı'na (WWW) göre, 2030'da nüfusu 80 milyona ulaşacak olan Türkiye, kişi başına düşen 1.100 m3 kullanılabilir su miktarıyla, "su sıkıntısı çeken bir ülke durumuna gelecektir". Ama ya nüfus 2030'da Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) tahmin ettiği gibi 100 milyona çıkarsa? Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) bu durumda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının yılda 1.000 m3 civarında olacağını tahmin ediyor.Bu aşırı iyimser bir tahmindir. Çünkü, "mevcut kaynakların 25 yıl sonrasına hiç tahrip edilmeden" aktarılacağını var sayıyor. Böyle bir şeyin olacağına dair bir emare yok. 2030'da ne olacak? Tersine, umursamaz bir hovardalıkla su kaynaklarını tüketip kirletiyoruz. Türkiye'nin gelecek nesillerine yeterli su bırakabilmesi için kaynaklarını çok iyi koruyup akılcı kullanması gerekmektedir.Ama nasıl?Ankara'da baş gösteren su kıtlığının ardından Başbakan Tayyip Erdoğan bir "su şûrası" toplayacağını açıkladı.Umarım, bu şûraya sadece devlet kurumları değil uzman üniversiteler, çevre kuruluşları, avcılar, belediyeler, uluslararası kuruluşlar ve eksperler de çağrılır. Şûranın yapacağı ilk işlerden biri, su konusundaki yetki karmaşasını sona erdirecek bir formül bulmak olmalıdır. WWW'ye göre, "Türkiye'deki mevcut sistemin en zayıf yönü; su yönetiminin farklı kurumlar tarafından yürütülüyor olması(dır)." DSİ ile Çevre ve Orman Bakanlığı arasında koordinasyon ve işbirliği eksikliği var.WWW'ye göre, entegre su yönetimi için planlama yetersizdir. Yönetmelikler uyumsuzdur ve yetki çakışmasına yol açmaktadır. Yasalar çağdışıdır. İzleme ve yaptırımlar yetersizdir. Yapılması gereken işler için finansman yetersizdir. Veri üretimi ve etkin izleme eksikliği vardır. Ortak veritabanı ve bilgi akışı eksiktir.Ve belki de en önemlisi, bu konuda yeterli duyarlılık yaratılmadığı için, suyu kullananlar, halk, çiftçi, endüstrici "vur patlasın, çal oynasın" halinde sorunun hükümet tarafından mucizevi bir şekilde çözülmesini beklemektedir.Bu gidişin sonu felaket olabilir. Çünkü içinde bulunduğumuz kuraklık ve sıcaklık eğiliminin kalıcı olma olasılığı var. Türkiye global ısınmadan en çok etkilenecek ülkeler arasındadır. Bunun anlamı yağışların azalması ve azalmanın süreklilik kazanmasıdır. Bu koşullar altında nüfus 2030'da 100 milyon olursa su için birbirimizi yemeye başlayabiliriz.Meteoroloji, "Bu yıla özgü iklimsel farklılıklar doğrudan küresel ısınma ile ilişkili olmayabilir" diyor. Ama ardından da uyarıyor: Ola da bilir. Sıcak-kurak dönemler daha uzun süreçli olabilir. Yani, bu yıl yaşadığımız aşırı kuraklık gelecek yıl ve ondan sonraki yıllarda da azalmadan devam edebilir. Su akar, Türk bakar durumu nispeten zararsızdı. Su akmazken de Türk bakmaya devam ederse... Hayal bile etmek istemiyorum. mmunir@milliyet.com.tr Geleceği düşünmek