12-15 Ekim’de, 4 gün boyunca Antalya’nın daha önce hiç tanık olmadığım bu yüzünü adrenalin yüklü bir macerayla test ettim.
Lassa’nın 15 yıldır düzenlediği Competus Keşif Konvoyu’nda bu yıl ben de katıldım.
11 araçlık 4x4 konvoyumuz Likya Yolu’nun önemli kesitlerini de içerecek şekilde, Çakırlar Mevkii’nden başladığı yolculuğunu Kekova’da tamamladı.
Equinox Travel’dan Ümit Işın’ın uzman rehberliğinde bazen 3-5 km/s hızla alabildiğimiz yol, maceranın sonunda 700 km’yi bulmuştu. Competus, Lassa’nın 4x4 araçlar için yol/yoldışı kullanıma uygun lastiğinin adı.
Olağanüstü engebeli, toprak, taşlı, bol tırmanışlı ve sağlı, sollu uçurumlu parkurlar, Competus’un rüştünü ispat ettiği bir güç gösterisine dönüştü.
Perşembe sabahı uçaktan iner inmez soluğu araçlarımıza kurulacağımız Çakırlar’da aldık. Yola koyulmadan midelerimizi Çakırlar’ın meşhur gözlemeleriyle doldurduk.
Daha sonra konvoyumuzla Trebenna antik kenti yoluna geçtik. Henüz -defineciler dışında- kazılmamış Trebenna’ya Sivridağ’ın eteğini takip ederek ulaştık.
Ancak gözlemecide çok zaman kaybetmiştik; programı aksatmamak adına Trebenna’yı teğet geçmek zorunda kaldık ki bu, grupta benim gibi arkeoloji meraklılarının hevesini kursağında bıraktı.
Son yıllarda kaya tırmanışlarıyla anılan dünyaca ünlü Geyik Bayırı’ndan hız kesmeden Beydağ Yaylası’na doğru devam ederek Likyalıların kullandığı türden mimarisi olan Sinan Değirmenleri’ne ulaştık.
Geçme tekniğiyle sedir ağaçlarından yapılan ambarlar karşıladı bizi. Sedir ağacının katranlı özü, haşeratı uzak tutuyor. Bu sayede köylüler ambarlarda unlarını, buğdaylarını aylarca muhafaza edebiliyor.
Sırada öğle yemeği vardı; sucuk, ekmek menümüz için 1800 metredeki Beydağ Yaylası’na hareket ettik.
Beydağlarının en yüksek zirvelerinden 2500 metredeki Bakırlıtepe’nin zirvesindeki uzay gözlem evini gördük. TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nde Türkiye’nin en büyük teleskobu da bulunuyor. Bu gözlemevi, dünyanın farklı noktalarındaki diğer 3 teleskopla senkronize çalışıyor ve tek bir gezegen veya yıldızı 24 saat gözlem altında tutabiliyor..
1. gün
Ormana gömülmüş kent
Güne uyandığımız Kemer’den Üçoluk yaylasına çıktık. Ardından Toroslar’ın Batı uzantısı Bey Dağları’nın en yüksek zirvesi Tahtalıdağ’ı sedir ormanları manzarasıyla aştık.
Likya Yolu’nun büyük bir bölümünü kapsayan Tahtalıdağ-Çukuryayla’da kahve molası verdik. Daha sonra Ovacık yoluna devam ettik. Göynük Vadisi ve Kesme Boğazı’nın eşsiz manzarası eşliğinde öğlen yemeği yedik.
Alakır ve ardından Çaltı’ya doğru yola çıkan konvoyumuz, yörüklerin eski göç yolunu kullanarak, Likya-Psidya sınırındaki antik dağ kenti İdebessos’a ulaştı.
Oldukça zorlu bir yolu olan bu antik kent, konumundan dolayı pek bilinmiyor ve ziyaret edilmiyor.
Kent de kapsamlı bir araştırma 2000’li yıllara kadar yapılmamış.
Gözetleme kulesi, hamamı, 400 kişilik tiyatrosuyla ormana gömülmüş İdebessos’ta acaba yaşam nasıldı?
Kenti süsleyen bazı lahitlerin üzerindeki Psidya sembolleri de var. 1050 metrede yükseklikteki İdebessos’a hava kararmak üzereyken veda ederek, yine
zorlu göç yollarını takip ederek Yalnız kasabasına ulaştık.
Dere kenarında yemeğimizi yedikten sonra, geceyi geçirmek
üzere Elmalı’ya hareket ettik.
Yemekten sonra HES’lerle gündemde olan Doğu Likya’nın can damarı olan Alakır Irmağı ve vadisini izleyen yolu takip ettik. Ovacık üzerinden Kemer’e ulaştığımızda hava kararmıştı.
2. gün
Abdal Musa’nın kerameti
40-50 yıl önce Antalya’nın önemli merkezlerinden olan evliyalar diyarı Elmalı’da uyandık.
Akdağ (Massykitos) yolunu takip ederek Baranda Gölü’ne ulaştık. Ümit Işın, Abdal Musa efsanesini burada verdiğimiz kahve molasında anlattı: Elmalı civarında dolaşırken Abdal Musa’nın yolu Gömbe’nin batısındaki bir köye düşmüş. Kuraklık yüzünden ekinleri yetişmeyen köylülerin ikram edecek bir dilim ekmeği bile yokmuş. “Size su verirsem, ürününüzden bana pay verir misiniz?” diye soran Abdal Musa’ya köylülerin yanıtı, “Sen yeter ki ver” olmuş.
Abdal Musa’nın asasını vurmasıyla yerden su fışkırmış. O yıl bir bolluk olmuş, sormayın gitsin. Söz verilen ürünü almaya geldiğinde köylülerin onu tanımamasına kızan Abdal Musa beddua etmiş; “Yazın içmeye su, kışın geçmeye yol bulamayın.”
Kupkuru dağ yamacında taşlar arasından fışkıran ve uçarcasına gürül gürül çağlayan su yazın Elmalı Ovası’na, kışınsa Kaş Ovası’na akar olmuş. Köylüler kışın coşkulu akan su yüzünden yol bulamazken, yazın kaynak Elmalı’ya aktığından içecek su bulamamış. Elmalılılar ihtiyaçları olduğu zaman kendi taraflarına akan suya “Uçarsu” adını vermişler.
Her yıl hıdırellezde aynı saatte toplanan Alevilerin şahitliğinde su fışkırır. Suyun yakınındaki “Yeşil Göl” kutsal kabul ediliyor.
Suyun Fethiye’yedeki Saklı Kent kanyonunu da beslediğini belirtelim.
3. gün
Kızlar Sivrisi’nde imkânsız aşk
Baranda gölünde su iyice azalmıştı. Bu yüzden oluşan kanallarda arazi araçlarımızla bile zor hareket edebildik.
Baranda’dan bölge halkının 40 muarlı (pınar), üç turnalı, zirzop yayla olarak andığı Girdev’e geçtik.
Yörükler yaylada veya yolda ölenlerini yanlarında götürmüyor; orada toprağa veriyor. Likya lahitlerinin hemen yanındaki yörük mezarları, yaylanın bir bölümünün kesintisiz 2 bin yıldır mezarlık olarak kullanıldığını gösteriyor.
Dağ yollarında da karşımıza çıkan mezar taşlarının tarihleri Türklerin Anadolu’ya ilk girdikleri zamanlara kadar uzanıyor. Mangalda sınırsız etten oluşan öğlen yemeğimizi Girdev Yaylası’nda yedik. Daha sonra Akdağ’ın zirvesine çıkan yolu takip ederek 2 bin 300 metre yüksekliğe kadar ulaştık. Artık Antalya-Muğla sınırındaydık. Buradan Fethiye’nin Akdağ yaylalarını gördük.
Toros efsanelerinden Kızlar Sivrisi efsanesini de burada dinledik. 3070 metre yüksekliğiyle Beydağları’nın en yüksek noktası olan Kızlar Sivrisi’nin hikâyesine göre: üşman iki kralın çocukları birbirlerine aşık olur ve babalarıyla konuşup evlenmek ister. İki kral birlikteliğe karşı çıkar. Prens ve prenses ayrılığa daha fazla dayanamayıp birlikte kaçmaya karar verir. Prenses buluşacakları Kızlar Sivrisi’ne çıkarak prensi beklemeye başlar. Yalnız prens yolu karıştır ve başka bir tepeye çıkar. Oradan birbirlerini görürler. Prens tekrar yola koyulur ama sevglisine kavuşamaz.
Prensesin Kızlar Sivrisi’nin hemen dibinde bir yorgan gibi kendisini örten buzun altında olduğunainanılıyor.
4. gün
Final Kekova’da
Yolculuğumuz sırasında suları çekilmiş olsa da Ekiz Göl ve Subaşı’nı gördükten sonra Kaş’ın yaylalarından Gömbe’ye indik. Yörüklerin ayrılmasıyla yalnızlığa mahkum kalmış yeni anne bir köpeği besledik; bir süre yetecek yiyeceğini bırakıp kahvelerimizi içtikten sonra yine zorlu bir inişle Kekova’ya ulaştık.
Kekova’da güneşli bir güne uyandık. Batık Likya kentinin bir kısmını kanolarla ziyaret ettik. Daha sonra tekneyle devam ettiğimiz gezimizde, batık kentin hikayesini dinledik. Likya’nın ticaret merkezlerinden olan Kekova’nın bir bölümü, 2. yüzyılda depremler sonucu denize gömülmüş. Batık kentin, tersanesinin de bulunduğu koyda denize girdik. Su altında bitki olmaması dikkat çekici. Aşırı korunma sonucu nüfus patlaması yaşayan deniz kaplumbağalarının su altı bitki örtüsünü tükettiği, bunun da balık popülasyonunu olumsuz etkilediği söyleniyor.