Aile toplantılarında elden ele geçen fotoğraflardan biri. En soldaki ve arkadaki Rüştü Onur. Hemen altındaki cin gibi minik ise benim babaannem.
“Kelebeğin Rüyası” ile yeniden gündeme gelen şair Rüştü Onur babaannemin
öz kuzeni. Babaannemle birlikte bu filmi izlemek pek az insanın başına gelebilecek
bir şanstı
Şair Rüştü Onur öldüğünde neredeyse benimle aynı yaştaymış. Onur, babaannemin öz kuzeni. Benim için aile ziyaretlerinde tozlu çekmecelerden çıkan aile fotoğraflarında yer alan, sararmış gazetelerde hakkında köşe yazısı
olan, aşk hikayesi babaannem tarafından her fırsatta destansı bir şekilde anlatılan bir kahraman.
Son zamanlarda ise Yılmaz Erdoğan’ın mucizevi kalemi ile yarattığı “Kelebeğin Rüyası” filmi ile gündeme gelen, izleyenlerin hafızanızdan
silinmeyecek bir şair.
Cemal Süreya onun için; “Şiirleriyle hayatını, daha doğrusu ölümünü bir arada götürmüş” demiş.
Hayattayken ona hocalık eden Behçet Necatigil onu bir şiirle anmış: “Bir şair yaşamıştı Zonguldak’ta / Adı Rüştü Onur’du / Bilseydi hatırlanacağını /
Memnun olurdu”
Ölen karısı için yazdığı iki dize
Yıllardır severek okuduğumuz iki şairden bunları duymak şahane. Benim asıl tüylerimi diken diken eden ise başka.
Babaannemin her Rüştü Onur konusu açıldığında ezbere okuduğu, Rüştü Onur’un ölen karısı Mediha’nın arkasından yazdığı iki dize: “Gitti bir daha gelmeyecek, o ne yaz o ne bahar / Bir matem rüyası yaşayacak kuşlar.”
1920’de dünyaya gelmiş Rüştü Onur. 1942’de vefat etmiş. 22 yıllık hayatın içinde üç yıllık dolu dolu şiirle yaşam. “Rüştü abim” der babaannem. Sessiz, kendi halinde biri gibi anlatışından... Bir o kadar da zeka fışkırıyor gözlerinden ama. Kahramanımızın annesi babaannemin gözlerine baktıkça Rüştü Onur’u görürmüş. Babası filmde anlatılanın ötesinde öğretmen, dedesi ise Türkiye’nin ilk milletvekillerinden...
Fotoğraf aile toplanmalarında elden ele gezen fotoğraflardan bir tanesi. En soldaki ve arkadaki Rüştü Onur. Hemen altındaki cin gibi minik ise babaannem.
İlk tepki; “Ah canım benim”
Ve hayatımdaki en vazgeçilmez anlardan biri. Geçtiğimiz salı günü babaannem ve kuzenim Petek’le beraber “Kelebeğin Rüyası”nı izledim. Babaannemin geçirdiği ufak bir kazadan dolayı bu zamana kadar ertelememiz gerekti. Günler geçtikçe bu heyecanı babaannemle paylaşma merakı iyice arttı.
Büyülü Fener’e doğru yolumuzu alırken, yine bolca eski hikayeleri dinledik. Nasıl oluyor anlamıyorum ama her seferinde daha önce dinlemediğimiz bir hikaye çıkıveriyor.
Ve film başladı... Babaannemden beklediğimiz ilk tepkiyi Rüştü Onur’u oynayan Mert Fırat’ın göründüğü ilk sahne ile birlikte aldık: “Ah canım benim”.
O anda anladım, bu, hayatta pek az insanın başına gelebilecek
bir şans. Film boyu
her anı ve her duyguyu yaşadı babaannem. Devrek dolmuşunu gördüğünde heyecanlandı, Mediha’yı gördüğünde duygulandı, doğruluğuna inanmadığı bir sahne gördüğünde kızdı.
Kuzenimle ben daha önceden izlemiştik. Bu sefer daha çok babaannemin tepkilerine kulak verdik. Ama belirtmeden geçemeyeceğim ki “Kelebeğin Rüyası” sanat yönetmenliği ve çekimler adına Türkiye için bir devrim niteliğinde. Bunun ötesinde sadece oyunculuklar bile tek başına filmi izlettirecek güçte.
Yılmaz Erdoğan ve ekibine sonsuz teşekkür etmek gerekir. Behçet Necatigil’in de dediği gibi: “...Bilseydi hatırlanacağını
Memnun olurdu.”