Yolsuzluk cenneti ülkemizde yolsuzlukları dert edinmiş, bunların ortadan kaldırılması için sistemli bir çalışmaya yönelmiş kuruluş var mı? Bir tane var... Başkanlığını Mülkiyeli
Erciş Kurtuluş'un yaptığı Saydamlık Derneği... Bu derneğin bir saptamasını okuyalım:
      "...ABD Başkan Yardımcısı
Al Gore'un öncülüğü ile Şubat 1999'da düzenlenen
"Yolsuzluklarla Savaşmak İçin Global Forum" toplantısına 90 ülke ve Dünya Bankası ile IMF, OECD gibi 20'den fazla uluslararası kurum üst düzey heyetlerle katılmasına karşın Türkiye'den yetkili bir kişi ya da kuruluşun katılmadığını üzüntüyle öğrendik.
      Ekim ayı ortalarında 9. Uluslararası Anti - Corruption Konferansı Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ev sahipliğinde Durban'da yapılacaktır.
      Yolsuzluk ve rüşvetle mücadelede çok önemli konuların tartışacağı bu konferansa hükümetler, özel sektör kuruluşları, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarından 1000 dolayında delege katılacak. Toplantıya bazı ülkeler devlet başkanı düzeyinde, IMF, Dünya Bankası, UNDP, İnterpol gibi uluslararası kuruluşlar en yüksek düzeydeki yöneticileriyle katılıyor. Korkarım hükümetimiz ve ilgili bakanlıklarımız bu konuda da henüz bir çalışma içinde değiller ve Türk hükümeti böyle önemli bir toplantıda temsil edilemeyecek..."
      ***
      Lafa gelince yolsuzluklara karşı görünen hükümetimiz
"yolsuzlukla mücadele"nin görüşüleceği platformlara neden ilgi duymuyor? Hatta oralardan kaçıyor? Merak eder misiniz? Yoksa bizim gibi etmez misiniz?
Onbaşı adayları
      Bir devlet kuruluşunda görevli mühendis okurumuz telefonda:
      - Bir hukukçu arkadaşımla birlikte çavuş veya onbaşı olmak için Kara Kuvvetleri'ne başvurma kararı aldık.
     Â
- Neden?      - Kara Kuvvetleri'nin gazete ilanlarını görmediniz mi? Ortaokul mezunu onbaşı ve çavuş alınacakmış. Verilecek maaşlar onbaşı için 272, çavuş için 283 milyon... Biz bu kadar para almıyoruz. Ayrıca sözleşme bitiminden sonra hizmet süresi kadar askeri hastanelerden yararlanma imkanı var...
      Uzun lafın kısası... Ülkemiz mühendis veya hukukçusuna onbaşı kadar maaş veremez durumda.. Üstü kalsın...
Görünüşte irtica!
      28 Şubat kararları 18 maddeden oluşuyordu. Bu kararları uygulaması için göreve getirilen
Yılmaz - Ecevit hükümeti
"8 yıllık kesintisiz eğitim" dışındaki maddelere yan çizdi. İrtica yasalarını çıkarmadı. Aradan üç yıl geçti. Şimdi
"28 Şubat kararlarına dayalı" bir KHK (Kanun Hükmünde Kararname) çıkarma çabasında... Amaç
"İrticaya ve bölücülüğe karışan memurları memuriyetten uzaklaştırabilmek" olarak takdim ediliyor. Ne var ki KHK'de sadece bu iki gerekçe sayılmıyor. Bu kararname ile
"huzur bozuyor" gerekçesiyle dilediğiniz memuru kapı önüne koyabiliyorsunuz. Bu KHK irticaya karşı ne kadar panzehir olur bilinmez. Ama devlet memurunu iyice kapıkulu yapacak. Sindirecek. MHP'nin kadrolaşma sevdasına katkıda bulunacak.
"Kişilikli memur" tipinin son örneklerini de alıp götürecek. Cumhurbaşkanı bu KHK'ya direniyor. Haklıdır. Desteklenmelidir.
Ekonomist
      Temmuz enflasyonunun beklenenden çok yüksek çıkması kimi iktisatçıya göre olağan. Korkacak bir şey yok. Ekonomi tıkırında. Kimi iktisatçıya göre işler kötüye gidiyor. Alarm zilleri çalıyor. Bir okurumuz soruyor:
      - Tahminleri tutmazsa bu iktisatçılar yarın topluma ne diyecek?
      Hiç dert değil. Tanıma bakalım. Kimdir iktisatçı:
     Â
"Dün yaptığı tahmin bugün tutmayınca yarın bunu en güzel izah edebilecek kişi..."'Yattığını ispatla!'
      Önce
"Düş ve Yaşam" adlı şiir kitabıyla
"Terörle Mücadele Yasası"na muhalefetten... Arkasından... Bu yargılama sırasında mahkeme heyetine hakaretten mahkum olan... Ve Saray Cezaevi'nde cezasını tamamlayıp iki ay önce çıkan şair
Yılmaz Odabaşı geçen cumartesi yeniden gözaltına alındı... Nasıl ve neden mi?..
      Cumartesi akşamı bir arkadaşının arabasıyla trafikte ilerlerken, çevirme yapan polis ekibine kimliğini uzatıyor
Odabaşı... Kimliği alıp ekip otosundaki bilgisayara koşan güvenlik görevlisi müjdeyi vermekte gecikmiyor:
     Â
- Uzatın bileklerinizi!      - Anlamadım, neden?..
     Â
- Hakkınızda yakalama emri var!      Bilgisayardaki kayıtta
"Düş ve Yaşam" adlı kitabıyla ilgili yatmış olduğu mahkumiyeti gören
Odabaşı, bu cezayı çekmiş olduğunu polislere anlatmak için epey dil döküyor.. Ama nafile... Kelepçeleyip Emniyet'e götürüyorlar... 20 saat boyunca söz konusu cezayı çektiğini anlatmaya çalışıyor
Odabaşı... Polisler ise
"Ä°spat et!" diye diretiyor...
      Neyse... Avukatı pazar günü Nöbetçi Savcılıktan ilgili belgeleri temin ediyor da serbest kalıyor
Odabaşı... Ve dün telefonda diyor ki:
      - Saray Cezaevi'nden çıkıp eve geldiğimde
"İaşe bedelini", yani içerde yediğim ekmeğin parasını
"5 gün içinde" ödememi isteyen resmi yazının benden önce geldiğini görmüştüm!.. Bu kadar iyi çalışıyor adalet sistemi!.. İçeri girmem söz konusu olduğunda da işlerin hiç aksamadan yürüdüğünü gördüm: Yargıtay'dan mahkemeye, mahkemeden Emniyet'e yazışmalar tıkır tıkır işledi ve ben Saray Cezaevi'nin yolunu tuttum. Peki bu çark, mahkum cezasını çekip çıktıktan sonra niye işlemez?.. Neden mahkum
"cezasını çektiğini" ispat etmek zorunda olsun?.. Sanık veya mahkum tahliye olduğunda bu durumu ilgili Emniyet birimlerine faksla bildirmek çok mu zor? Kimbilir kaç gariban bu yüzden gözaltına alınıp saatler hatta günlerce yattığını ispat zorunda kalıyor. Yazık değil mi?..
     Â
Cihan Demirci’den Laforizma      Devleti soyanların faturası bizlere "elektrik faturası" olarak geri döner bu ülkede!..
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr