Değerli meslektaşımız, örnek gazeteci Uğur Mumcu’yu kaybedeli 31 yıl oluyor... 24 Ocak 1993 günü Uğur’un otomobilinin bomba ile uçurulduğu Karlı Sokak’a gelen Savcı Nusret Demiral’ın ilk sözleri hâlâ kulağımızdadır:
- Suikast eğer dış kaynaklı ise aydınlanamaz, demişti...
Cinayet mahalline şöyle bir göz attıktan sonra fikrini söylemişti:
- Suikast dış kaynaklı...
Yargı ve devlet güçleri Uğur Mumcu cinayetini çözmekte çok isteksiz davrandı. İşte “TBMM Araştırma Komisyonu Raporu”ndan satırlar:
1) Cinayetin soruşturması sırasında Mumcu’nun evindeki çalışma odasında hiçbir inceleme yapılmamış... Bant kayıtları, özel notları, randevuları ile ilgili kayıtları, bilgisayar disketleri incelenmemiştir...
2) Uğur Mumcu’ya ait telefonlarla yapılan görüşmelerin kayıtları Telekom’dan istenmemiştir... Cinayetten 3 yıl sonra yapılan isteğe karşılık “Silindi!” yanıtı alınmıştır.
DGM Savcısı Ülkü Coşkun’un şu sözü ise tarihe geçmiştir:
“Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer...”
Cinayetten çok sonra suikast sanığı olarak birileri yargılandı, hapse atıldı ama cinayetin arkasındaki güçler karanlıkta bırakıldı. Bombayı koyduğu iddia edilen kişi ise hâlâ firardadır.
Uğur Mumcu eşsiz bir gazeteciydi. Yazılarında Türkiye’yi gelecekte bekleyen tehlikeleri anlatırdı. Tek amacı vardı; halkı aydınlatmak ve ülkeyi bekleyen tehlikelere dikkati çekmek...
Kendisini şöyle tanıtırdı:
”Ben Atatürkçüyüm...
Ben Cumhuriyetçiyim...
Ben laikim...Ben anti emperyalistim...Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım...
Ben insan hakları savunucusuyum... Ben terörün karşısındayım... Ben yobazların, hırsızların, vurguncuların düşmanıyım...”
Uğur Mumcu tarihin unutmayacağı bir gazetecidir.
AYASOFYA
Ayasofya üç yıl önce müzeden camiye çevrildi... Kısa süre önce de üst katı müze olarak turizme açıldı. Hem cami hem müze oldu. Ortodoks dünyası da memnun edildi. Ancak tartışmalar bitmedi.
Ayasofya’nın giriş katı cami cemaatine ayrılmış durumda.
Turistler yan kapıdan ikinci kata girebiliyor. Giriş ücreti 25 euro (yaklaşık 800 lira) gibi azımsanmayacak bir ücret... Ancak Ayasofya’nın taban katına inmeyen, sütunlar arasında dolaşmayan, dilek taşında dilek dilemeyen, kubbesine aşağıdan bakmayan insanların yapının görkemini algılaması mümkün değil. Sonuçta alınan ücret Ayasofya’nın yarısını gezmenin bedeli oluyor.
Eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel, müze cami’nin cuma ve bayram namazlarında cami cemaatine ayrılmasını diğer günlerde tümüyle turistlere açılmasını öneriyor.
Sanırız böylesi daha uygun bir çözüm olacak..
SHRINK
Mülkiyeli iktisatçı Mahfi Eğilmez, Türkiye’nin enflasyon çıkmazı sonrası “skimpflasyon” ve “shrinkflasyon”girdabına girdiğini yazıyor.
ANLAMI: Skimpflasyon, üreticinin ürünün kalitesini düşürmesi, shrinkflasyon ise ürünün gramajının düşürülmesiymiş.
SONUÇTA: Fiyat aynı kalıyor ama ürüne daha ucuz madde karıştırılıyor veya yine fiyat aynı ama ürünün gramajı düşürülüyor. Mal böylece pahalanıyor ama etiket fiyatı aynı kaldığı için enflasyon hesabına girmiyor.
Bir de hissedilen enflasyon deyimi girdi hayatımıza.
TÜİK’e göre bu yüzde 127 imiş...
Hava raporlarında görüyoruz. Bir sıcaklık var bir de hissedilen sıcaklık. Sokağa çıktığınızda sizi etkileyen işte o, yani “hissedilen” sıcaklık. Enflasyonda da aynı durum. Cüzdanda hissedilen enflasyon önemli. Cüzdanda hissedilenin yarısı kadar zam alırsanız öteki yarısı sizden gitmiş oluyor...
ÖYMEN
Sene 1968... Ankara Televizyonunda yaptığımız siyasi programın metin yazarlığı ve takdimciliği için isim ararken aklımıza Altan Öymen düşüyor. Rahmetli Adem Yavuz’la birlikte Altan Ağabey’in Çankaya’daki evinin kapısını çalıyoruz. Bir zarif hanımefendi açıyor. “Ben Aysel, Altan’ın eşiyim” diye elini uzatıyor. Altan Ağabey davetimizi kabul ediyor. O arada Aysel hanım biz genç televizyonculara iltifat ediyor, çay getiriyor. Sonra çeşitli zamanlarda görüştük Aysel Hanım’la. Ama o ilk tanışma zihnimizin silinmez bir köşesinde kalakaldı.
Aradan 50 küsur yıl geçmiş... Aysel Hanım’ı şimdi sonsuzluğa yolcu ediyoruz.
Zaman bizlere sadece güzel anılar bırakarak öğütüyor.
Öymen ailesinin başı sağolsun…