Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan çocuklar, büyüklerin değil kendi çocuk dünyalarının tanımladığı
"Tanrı"ya bir dolu mektup yazmışlar.
Eric Marshall ve
Stuart Hample adlarında iki yazar da bu mektuplar arasında uzun bir çalışma yaparak kitaplaştırmış...
      İşte kitaptan birkaç örnek:
      - Sevgili Tanrı, geçen hafta New York'a gittiğimizde St. Patrick Kilisesi'ni gördüm. Bayağı güzel bir evde oturuyorsun
(Frank).      - Sevgili Tanrı, eğer ben Tanrı olsaydım, bu kadar iyi olmazdım.
(Michelle).
     Â- Sevgili Tanrım, niçin hiç TV'ye çıkmıyorsun?
(Kim).
     Â- Sevgili Tanrı, öğretmen günlerin önce kısaldığını, sonra uzadığını söyledi. Artık bir karar vermelisin
(Mindy).
      - Sevgili Tanrı, eğer öldükten sonra yaşayacaksak niye öldürüyorsun?
      - Sevgili Tanrı, bu soğuklar ne işe yarar? (Rodaw).
     Â- Sevgili Tanrı, yeni öyküler yazamaz mısın? Yazdıklarının hepsini okuyup bitirdik ve yeniden baÅŸa döndük
(Terry).
      - Sevgili Tanrı, yağmur yağdığında ne kadar süreceğini nereden biliyorsun?
      - Kitabını okudum ve beğendim. O fikirler nereden aklına geldi? (John).
     Â- Niçin daha sonra yeni hayvanlar bulup göndermedin? Hala eskileri ortada dönüp dolaşıyorlar
(Johny).
     Â- Åžu her gün ezip durduÄŸum karıncaların umarım sence bir önemi yoktur.
(Alis).
     Â- Kiliseye sözüm yok, ama kuÅŸkusuz daha iyi müzikler yazabilirsin.
(Dostun Barry).
     Â- EÄŸer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var?
(Mark)
     Â- Bi kere kar yaÄŸdırdın okul kapandı. Bi daha yapsana!..
(Guy)
Kekeme telefonda
      Hayvansever bir kekeme Topağacı'nda yürürken yolun ortasında bir at ölüsü görür ve hemen karakola telefon eder:
     Â
- Bbuurrrddaaa biiiirrrr aaattt ölllüüssüü vaarrrr!..       Polis:
      - Nerede?
      Kekeme anlatmaya çalışır:
     Â
- Tooooooppp...      Polis:
      - Topkapı'da mı?
     Â
- Haaaayyyıııııırrr.      Polis sinirlenerek telefonu kapatır. 5 dakika sonra kekeme tekrar arar ve:
     Â
- Bbuuuurrrrddaaa biiiiirrrr aaattt ölllüüssüü vaaarrrr,      Polis:
      - Nerede?
      Kekeme:
     Â
- Tooooooopp, diye başlar. Polis yine sinirlenerek telefonu kapatır.
      Aradan 2 saat geçer ve bu süre içinde kekeme hiç aramaz... Polis tam kurtuldum diye düşünürken kekeme tekrar arar ve:
     Â
- Bbuuuurrrrddaaa biiiiirrrr aaattt ölllüüssü vaaarrrr, der.
      Polis tekrar sorar
      - Nerede Topkapı'da mı?
     Â
- Eeeevet... O - o - o raya g""ötürdüüüüüm...Armut pişer mi?
      TGRT radyosu yılbaşı sabahı bir halk anketi yapıyor... Vatandaş sırayla dileklerini belirtiyor:
     Â
- Basın daha sorumlu davransın...      - Milletvekilleri halkı düşünerek hareket etsinler...
      - Hükümet dar gelirliden yana önlemler alsın...
      - İnsanlar birbirini sevsin, barış ve huzur gelsin...
      Konuşan vatandaşların ortak yanı... Kimsenin kendine ve vatandaşa sorumluluk yüklememesi... Kendiliğinden ya da gökten inme bir düzelme beklemesi...
     Â
"Halk basını daha sorumlu olmaya zorlasın.. Milletvekillerini daha sorumlu davranmaya zorlayalım. Hükümeti sıkıştıralım, vatandaş olarak ağırlığımızı ortaya koyalım..." gibisinden dilekler yok... Armut piş ağzıma düş... Biraz fazla iyimser bir bakış değil mi?
Habeş yılı...
      Bütün dünya yeni bin yıla adım attı... Bir ülke hariç: Habeşistan... Neden derseniz?.. Habeşistan'da Ortodoks takvimi adı verilen değişik bir takvim kullanıldığı için... Bu takvime göre bir yıl 12 tane 30 günlük aydan oluşuyor ve şu anda bu ülkede takvimler 1992 yılını gösteriyor...
      Habeşistan 2000 yılına bundan 8 yıl sonra adım atacak... Hayırlısı...
Bin yıl sonra!
      Bin yıl sonra, yani 3000 yılında hayat nasıl olacak?..
      İngiliz iktisatçı
Ian Angell bu soruya:
     Â
- Hangi hayat?.. karşılığını veriyor.
      Kötümser bilim adamlarına göre 3000 yılında yeryüzünde hayat olmayacak...
      Olursa da ona hayat denemeyecek...
     Â
- Dünya şimdiden çok kalabalık, diyor kötümserler, üstelik bu gidişle bin yıl sonra dünya iki kat ısınacak. Kuzey kutbundaki buzların erimesiyle denizler beş metre yükselecek ve birçok ülkeyi yutacak...
      Neyse ki bütün bilim adamları bu kadar kötümser değil...
      İnsanoğlunun şöyle veya böyle yaşamanın bir yolunu bulacağını öngörüyorlar...
      Bize gelince...
      Daha ilk günden kötümser olmayalım ama bizim ulusça bütün çabamız herhalde 2000 yılını yakalamak olacak...
      2000 arefesinde ülkeyi iki sağlam kazığa (!) bağladık... Demokrasi ve hukuk halatını AB'ye, ekonomi halatını IMF'ye attık.. Bizi nereye çekerlerse yolculuk oraya...
      Birileri gelsin bizi idare etsin kolaycılığı yakamızı bırakmadı gitti...
      Eteğine yapıştığımız globalizm saadet mi getirecek hüzün mü?
      Yanıtını bilsek de söylemeye dilimiz varmıyor...
      Umutla bir kez daha kapısını çalalım güzel günlerin...
      Bakalım ne yanıt alacağız...
      Yeni bir sayfa açılıyor önümüzde...
      Bakalım onu nasıl dolduracağız?..
Alo tarihçesi...
      Okurumuz
Burçin Dedeoğlu, üzerinde nedense hiç düşünmediğimiz bir konuya açıklık getiriyor... Telefonu neden
"ALO" diyerek açarmışız biliyor musunuz?..
Burçin Hanım izah ediyor:
      -
"ALO" aslında
Graham Bell'in sevgilisinin adıydı. Kızın asıl adı
Alessandra Lolyta Oswaldo'dur...
     Â
Graham o zamanlar telefonu daha yeni icat etmişti ve sadece sevgilisinin evine hat çekmişti.
      Dolayısıyla ilk telefon çaldığında sevgilisinden başka arayan olamayacağından açar açmaz:
"Alessandra Lolyta Oswaldo!" diyordu.
      Zamanla
"AleLolOs" filan demeye başladı. Derken bu değişime uğrayıp
"ALO" oldu..
      Eee, tabii n'ooldu zamanla?.. Hatun,
Graham'ın bitmez tükenmez telefon deneylerinden bıkarak adamı terketti. Bizimki, hala bir ümit, telefonun başında hep bekledi... Zamanla çekilen hatların sayısı arttı. Ama maalesef bu arada
Graham Bell yaşlanıp bunadığı için her arayanı sevgilisi zannediyor ve herkese
"Alo" diyordu...
      İşte o gün bugündür, insanlar da
Graham Bell'in anısına telefonu her açtıklarında
"ALO" derler...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr