Atatürk’e yakın isimlerden, yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir gün O’na, kendisini en yalnız ve çaresiz hissettiği dönemi sorar. Ne çocukluk günleri, ne savaşlar... Atatürk, hayatında en en zor dönemin, “işgal altındaki İstanbul’da kapı kapı dolaşarak insanları milli mücadeleye ikna etmeye çalıştığı” günler olduğunu anlatır. İşgal İstanbul’unda esaretten kurtulmak için başkaldırmaya niyetli o kadar az kişi vardır ki...
Alev Coşkun, “Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay” adlı kitabında o sıkıntılı günleri çok güzel anlatır.
Kitaptaki çarpıcı öykülerden birinin kahramanı da yazar Refi Cevad Ulunay’dır. Padişah yanlısı gazeteci Ulunay, Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden ilk basın mensubudur. Ulunay, 4 Şubat 1919 tarihinde yaptığı röportajdan gazeteye döndüğünde, arkadaşları ne konuştuklarını soruyor.
Ulunay, “Şu sıralarda Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransız’ı da, İngiliz’i de, İtalyan’ı da memleketten kovulur, vatan istiklaline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş. Anladınız mı arkadaşlar. Bu adam deli değil, zırdeliymiş” diyor...
Yıllar sonra, Ulunay’a yanıldığı için pişman olup olmadığı soruluyor. Ulunay’ın yanıtı:
- Hayır, ben haklıydım, herkes benim gibi düşünüyordu. O günlerde öyle düşünen tek adam oydu.
HATIR
Hal hatır sormanın şekli de değişti.
- Beyefendi nasılsınız?
- Negatifim.
- Yani?
- Yani sağlıklıyım, ateşim, öksürüğüm neyim yok.
- Oh oh, ne güzel!
- Peki, siz beyefendi?
- Ben de negatifim. Pozitif olmamak için azami gayret gösteriyorum. Kimseyle temas etmiyorum.
- Aman iyi, cümleten negatif kalalım, pozitif olmayalım.
- Normalde pozitif bir insanımdır ama korona maalesef bizi negatif olmaya mecbur bıraktı.
- Yeni normal böyle beyefendi, ne yapacaksınız?
- Negatif günler dilerim beyefendi.
- Bilmukabele beyefendi, siz de kendinize iyi bakın, negatif kalın.
OLİMP
Antalya’da Olimpos antik kentinin bir kısmı birinci derece sit alanından üçüncü dereceye düşürüldü.
Birinci derecede kesin yapılaşma yasağı vardır.
Üçüncü dereceyle yapılaşmaya yani inşaata izin veriliyor.
Gelin görün ki kimi kanallar ve gazeteler iyi bir şey yapılmış havası yaymakta. Betonlaşmaya katiyen izin vermeyeceğiz, gibi demeçler
okuyoruz. Doğal alanı bozma niyeti olmasa neden üçüncü dereceye düşürülsün? Bölgeyi tehlikeye atanlar koruyucu rolüne giriyor, medya da onların aleti oluyor. Genç gazeteciler kendi geleceklerine kurşun sıkıyor.
TELEFONDAKİ KOMİSER!
Geçen salı günü ev telefonu çalıyor. Açıyoruz. Karşıdaki ses:
- Ben Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden Başkomiser Hakan Demir, diye söze başlayınca, durumu tahmin ediyor, telefonu kapatıyoruz.
Ardından, Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün internet sitesini açıyor, orada verilen e-posta adresine bir not geçiyor... İlçede Hakan Demir adlı bir komiserin olup olmadığını soruyoruz. Yanıt geliyor. Deniyor ki yanıtta:
“ Sayın İlgili;
Başvurunuz incelenmiştir. İncelemelerimizde belirtmiş olduğunuz ad, soyad ve rütbede herhangi bir şahıs bulunamamıştır.
Bu gibi şüpheli durumlarda sizi arayan emniyet personelinin sicil numarası, çalıştığı birim gibi ayırt edici bilgilerini elde etmeye yönelik sorular sorarak şüphelerinizi giderebilirsiniz.”
Yanıt için İlçe Emniyet’e teşekkür ederiz. Biz bu tür dolandırıcılığın bittiğini sanıyorduk. Demek bitmemiş. Okurlarımıza uyanık olmalarını salık veririz.
AT KESTANESİ
Baharla birlikte şehirdeki ağaçlar yeşillere büründü. Bizim evin önündeki at kestanesi hepsinden önce yeşillendi, beyaz çiçeklerini göğe doğru uzattı. Çiçekler yakında dökülecek, her biri cilalanmış gibi iri kestaneler ortaya çıkacak, ağacımız yaz boyu sıcaktan bunalanlara gölge edecek.
Şehirdeki ağaçların en iyisi at kestanesidir. Çok yapraklıdır, çapı geniştir, çok gölge yapar, yeşilliği en az 6 ay sürer. Meyvesi işe yaramaz sanılırsa da aksine değerlidir. İlaç sanayiinde çok kullanılır. Kan dolaşımını güçlendirir, cildi tazeler, saç dökülmesini önler.
70’lerde Almanya’nın Karlsruhe şehrinde bir ilaç fabrikasında şair Özkan Mert dostumla birlikte çalışırken, fabrikaya işlenmek üzere çuvallarla at kestanesi getirildiğini görmüş, hayli şaşırmıştık. Bizim ülkeden yok pahasına çıkan at kestanesi orada ilaca dönüştürülüp yine bize satılıyordu. Bizim ise bundan haberimiz hiç yoktu.