Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Üniversitede 33'üncü yılını tamamlamış bir profesör dostumuz söz maaşlardan açılınca gülümsedi:
       - Bunca yıldır maaşım 1000 doları aşmadı, dedi, bir ay olsun avucumda 1000 doların üzerinde para görmedim...
       Kıdemli profesörün 596 milyon, doçentin 401 milyon, yardımcı doçentin 351 milyon, araştırma görevlisinin 254 milyon lira maaş aldığı üniversitelerde bilim kadroları her daim insanca geçim sınırının altında yaşıyor. Trakya Üniversitesi'nin açılışında Rektör Osman İnci bu konuya değindi:
       - Maaş politikası böyle sürerse yüksek öğretimde eleman krizi kapımızda olacak, dedi... Ve en değerli öğretim üyelerinin birer ikişer vakıf üniversitelerinin yolunu tuttuğunu ekledi.
       Yine baştaki dostumuza dönelim... Sohbet arasında dedi ki:
       - Artık çok sayıda üniversite ve çok sayıda profesör var olduğu için bu mesleğin eski ayrıcalığı ve itibarı kalmadı. Maaş da yok... Öyle olunca öğretim üyesinin öğrenci yetiştirme motivasyonu da kalmıyor... Öğrenciler her yıl biraz daha isteksizleşen bir öğretim kadrosuyla yüzyüze kalıyorlar...
       Üniversite sorunlarının başında bizce bilime ve bilim adamına para ayrılmaması geliyor. Ne var ki konu ülkeyi yönetenlerin gündeminde değil. Belki de memnunlar durumdan. Çünkü ülke ne kadar cahil kalırsa yönetmesi o kadar kolaylaşıyor.

Yüksel'emezsin!..

       Dikkatinizi çekiyor mu, bilemiyoruz... Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, ne zaman dinci ve tarikatçılarla ilgili bir soruşturma başlatsa başına gelmedik şeyler kalmıyor. Daha doğrusu hep aynı şeyler geliyor. Önce siyasilerin ağır saldırılarına maruz kalıyor, hemen ardından Adalet Bakanlığı tarafından hakkında açılan soruşturmaya... Henüz unutulmadı, Merve Kavakçı ve Fettullah Gülen olaylarında böyle olmuştu... Savcı Yüksel, Kavakçı olayı sonrası açılan soruşturmada disiplin cezası almıştı, Fettullah Gülen olayında ise "paçayı" Başbakan Bülent Ecevit'in eleştirisiyle sıyırmayı başarmıştı.
       Gelelim günümüze...Murat Demirel, bilindiği gibi Savcı Yüksel'in başlattığı soruşturma sonucu tutuklandı ve bugün cezaevinde yatıyor. Yüksel olayın üzerine gitmeyi sürdürdükçe hergün yeni bilgilere, belgelere, tanıklara ulaşıyor... Savcının bu gayretli çalışması sonucu Murat Demirel'in bu olaydan ceza almadan kurtulma olasılığı her geçen gün biraz daha azalıyor. İşte tam bu sırada gazetelerde, günlerdir "Nerede kaldı?" diye beklediğimiz haberi okuyoruz:
     Â"Savcı Yüksel'e Demirel ve Gülen soruÅŸturması..."
       Nuh Mete Yüksel, Türkiye'nin iş yükü en fazla olan DGM'lerinden Ankara DGM'nin savcısı... Hergün bir sürü yeni yeni soruşturma açıyor, hergün bir sürü insanı sorguluyor... Çoğundan haberimiz bile olmuyor. Çünkü hakkında soruşturma açıldığı haberi gelmiyor... Peki, tüm bu soruşturmalarda herşeyi yasalara, kurallara uygun yapıyor, yürütüyor da, sıra sırf arkası güçlü, arkası kalabalık insanlara geldiğinde mi hata yapıyor, suç işliyor?
       Evet... Nuh Bey bu defa baltayı iki taşa birden vurdu... Ecevit'in hem Gülen Hoca'sına.. Hem kader arkadaşı Demirel'in yeğenine...
       Yargı bağımsızdır elbet.. Ama sadece güçsüze karşı... Tepedekilere karşı değil.

Renksiz hayat

       Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer'in TBMM konuşması çok renksiz bulundu. Üstelik fazla hukuk da sıkıyor insanı! Oysa ne renkli cumhurbaşkanlarımız vardı eskiden. Ne büyük vizyon, ne zengin görüşlere sahiptiler. Gelin de aramayın onları. Gelin de anmayın şu renkli ve vizyon içeren sözlerini:
       - Anayasayı bir defa delsek ne çıkar?
       - Verdimse ben verdim.
       - Asmayıp besleyelim mi?
       - Yollar yürümekle aşınmaz.
       - Bir koyup üç alacağız.
       - Rüşvetin belgesi mi olur!
       - Bana sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz.
       - Benim memurum işini bilir.
       - Dün dündür, bugün bugündür.
       - Ben zengini severim.
       - Koyduk mu oturturuz.
       - Küçük Turgut'a anlat... vs...
       Bize böyle renkler lazımdı. Ecevit boş bulundu, doğru seçim yaptı. Hayatımız renksizleşti.

Fıkra değil...

       Bir Türk öğretim üyesi Almanya'da izlediği seminer sonrası kokteyle katılıyor. Sohbet sırasında söz maaşlardan açılıyor. Bizim bilim adamı maaşını söylüyor. Almanlar söylüyor. Biraz sonra kartvizit alışverişi başlıyor. Bizim bilim adamı kartvizitini takdim ediyor. Alman meslektaşı:
     Â- Bir dakika, diyor, ben bunun fotokopisini alıp aslını geri vereyim, sizi zarara sokmayayım...

Gönül babası

       Chivi.com, "Bir millet ombudsmanını seçiyor" deyip anket düzenlemişti. Sonuçlar belli olmuş...
       Cumhurbaşkanlığı seçiminde "milletin vekillerinden" umduğu desteği bulamayan Mail Büyükerman, bu defa "milletin kendisinden" gelen oylarla "açık ara" ombudsman olmuş... Anketteki oy sıralamasına bakıyoruz:
       Mail Büyükerman (513), Banu Alkan (429), Kadir İnanır (368), Hıncal Uluç (365), Müslüm Gürses (252), Erman Toroğlu (234), Yaşar Nuri Öztürk (217), Bülent Ersoy (212), Mine Kırıkkanat (180), Hakkı Devrim (169), Hatemi biraderler (130), Toktamış Ateş (109), Ayşe Özgün (75), Cemal Kutay (44).
       Bizim Ombudsbaba mı?
       O Ombudsamca oldu biliyorsunuz...

Nayn gurban

       Sevgili Doktor Hasan Kuş, yaşanmış bir kısa öyküyü postalamış...
       Erzurumlu aile Almanya'da işçi olarak çalışıyor. En küçük çocuğa bakmak için anneanne Erzurum'dan Almanya'ya götürülüyor. Ertesi yıl ailece yaz tatili için Türkiye'ye geliniyor. Bir misafirliğe gidiliyor. Orada ufaklık yaramazlık yapınca anneanne yaramaza şöyle müdahale ediyor:
     Â- Nayn gurban naynnn...

Açıklama

       Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, bankaların özelleştirmesini yavaşlattığı yolunda dün sütunumuzda bir milletvekiline atfen yer alan görüşü reddederek tam tersine bu süreci çabuklaştırmaya çalıştığını söyledi. Belirtiriz...


Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr