Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       28 Şubat sürecinin mimarlarından Güven Erkaya'yı önceki gün toprağa verdik. O, aydın bir insandı, cesur bir Atatürkçüydü. Türkiye'yi irtica uçurumundan döndürmek yolundaki çaba ve hizmeti büyüktür... Dinci ve kinci basın o yüzden ölümüne zil takıp oynadı. Ordu, biraz da şeriatçı basının merhum hakkında yaptığı çirkin yayınlara tepki olarak cenazeye en üst düzeyde katıldı... 28 Şubat'a ve onun önde gelen mimarına sahip çıktığını bu vesileyle bir kez daha gösterdi. Önceki gün Levent Camii avlusunu binlerce sivilin doldurmuş olması da aynı tepkinin sonucuydu...
       Cenaze töreninde dikkatlerden kaçmayanlar da vardı. Örneğin hükümet adına Paşa'yı uğurlamaya iki bakan gönderilmişti. Gözler Başbakanı, yardımcılarını, öteki bakanları boşuna aradı... Meclis'te yer alan siyasi partilerin liderleri de ortalıkta yoktu. Bu konuda CHP Genel Başkan Yardımcısı Bekir Yurdagül'e kulak veriyoruz.
       - Bu cenazeye katılmak, merhumun kişiliğine ve yaptıklarına saygının yanısıra 28 Şubat sürecine sahip çıkılıp çıkılmadığını göstermenin de göstergesiydi aslında. Ama o sürecin iktidar yaptığı Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz her nedense bu tavrı göstermekten kaçındılar. Sebep, demokratlıklarına halel gelir (!) korkusu muydu yoksa şeriatçılara hoş görünmek hesabı mıydı, bilemiyorum. O Mesut Yılmaz ki, on gün kadar önce bir tarikat liderinin cenaze töreninde en ön safta boy göstermekten kaçınmamıştı. O Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit ki, 28 Şubat sayesinde iktidar koltuğuna oturmakta da en ufak tereddüt göstermemişler, bunun demokratlıklarına halel getireceğini düşünmemişlerdi. Ama iş cenazeye katılmaya gelince birtakım basit hesaplar ön plana çıktı ve bu vefasızlık yaşandı. Mesut Yılmaz neyse de Bülent Ecevit adına üzülmemek gerçekten elde değil.
       Gerçekten...

Seçmen bu, ister!

       Üniversite giriş sınavının üzerinden birkaç gün geçmişti ki, DSP milletvekillerinden birinin telefonu çaldı. Arayan, yakından tanıdığı bir seçmendi, adam hal - hatır faslından sonra konuya girdi:
     Â- Benim kızın üniversite giriÅŸ sınavı hiç de iyi geçmemiÅŸ sayın vekilim. - Ya öyle mi, çok üzüldüm. Peki benden isteÄŸin nedir?
       Vatandaş olanca ciddiyetiyle isteğinin ne olduğunu söyledi:
     Â- Åžu YÖK BaÅŸkanı'yla bir konuÅŸsan da, benim kızı üniversiteye soksa!
       Peki, bu masum (!) isteğe milletvekilinin yanıtı ne mi olmuş?
     Â- Ah be kardeÅŸim, keÅŸke daha önce telefon etseydin. Benim on tane kontenjanım vardı (!), onuncusunu az önce bir baÅŸkası için kullandım.
       İnanmayacaksınız ama adam geç kaldığına çok üzüldü, seneye zamanında arayacağını söyleyerek telefonu kapattı.

Ä°tibar meselesi!

       Okurumuz Turgut Sancaklı Türkmenistan'a bir "faks" geçmek için postaneye gidiyor. "Maalesef" diyor görevli, "Türki cumhuriyetlere faks çekmeyi mümkün kılacak anlaşmamız yok!"
     Â
Postaneden çıkıyor, bir mağazaya girip metni fakslıyor okurumuz.. Bu nasıl iş, derseniz.. Efendim.. Bir ülkenin posta işletmesinden öteki ülkedeki resmi posta merkezlerine faks geçilebiliyor, özel şahıslara geçilemiyor. Çünkü faksı bekleyen dışardaki şahıs "Elime geçmedi!" derse külliyetli miktarda tazminat söz konusu.. Faks trafiği o yüzden resmi posta merkezleri üzerinden "kayda geçirilerek" yürütülüyor.
       Türki cumhuriyetlerde müthiş itibarımız (!) var, ama şu basit prosedürü halledecek bir anlaşmamız yok, maalesef!..

Paris ve çiçek...

       Bir diplomat dostumuz anlattı:
       - Yurtdışı tayinim Paris'e çıktı. Ev kiralamak için eşimle birlikte bir emlak ofisine gittik. Aradığımız türde evi bulmuş, hemen her konuda anlaşmıştık. Sıra kontratın imzalanmasına gelmişti ki, görevli, evimin balkonunda çiçek yetiştirip yetiştirmeyeceğimi sordu. Çiçek sevdiğimi, dolayısıyla yetiştireceğimi söyleyince, "O zaman" dedi, "ödeyeceğiniz falanca vergi biraz düşecektir." Kendisine, "Size gelen müşterilerin beyanına inanıyorsunuz, peki bir insan `yetiştireceğim' deyip ya yetiştirmezse? O zaman n'olacak?" diye sordum. Adamın verdiği yanıt bir Türk için inanılır gibi değildi:
     Â- Böyle bir ihtimal bugüne kadar ne aklımıza geldi ne de başımıza...

Tokyo Merkez Camii

       Japonya'nın başkenti Tokyo'da klasik Osmanlı tarzında inşa edilen muhteşem cami Cuma günü açılıyor. Aynı anda 1000 kişinin ibadet edebileceği, 5 milyon dolara (3 trilyon TL) çıkan bu görkemli camiyi kim mi yaptırdı?..
       Sonradan müslümanlığı seçmiş bir zengin Japon işadamı (değil), azınlık Kazak Türkleri (değil), Japonya'da yaşayan müslüman hayırseverler (hiç değil.) Efendim, camiyi bizim Diyanet İşleri Başkanlığı yaptırmış. Açılış töreni için Tokyo'ya giden Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz havaalanında bakın ne diyor:
     Â- Tokyo'da müslümanların ibadet edeceÄŸi cami kalmamış. Arsayı Japon devletinden alıp 1998 yılında temeli atmıştık. Sıradan bir cami deÄŸil, bir ÅŸaheser. Japonlar da akın akın ziyaret ediyor.
       CHP MYK üyesi Algan Hacaloğlu dün telefondaki sohbetimizde şu yorumu getirdi:
       - Japonya'da cami yaptırmak Türk devletinin görevi değil ki. Hiçbir devletin diğer dünya ülkelerinde ibadet mekanı üretmek sorumluluğu yoktur, olamaz da. Bu orada yaşayan müslümanların dayanışmasıyla yapılması gereken bir iş.. Tokyo Camii inşaatı için Türkiye'de kampanyayla 3 trilyon toplayıp Japonya'ya aktaran Diyanet İşleri, bir yandan da kamu kurumları arasında "harcama şampiyonu"dur. İlk beş ay içinde yaptığı harcama 105.5 trilyon lira.. Diğer devlet kurumlarına bakarsak: Mesela DPT ve Yargıtay'ın aynı süre içinde kendi ödeneklerinden yaptığı harcama, 3 trilyon liranın altında.. Cumhurbaşkanlığı 3.6 trilyon, Danıştay 1.9 trilyon, Denizcilik Müşteşarlığı 2.3 trilyon, Anayasa Mahkemesi 366 milyar lira harcamış. Diyanet'in sadece Tokyo Camii için aktardığı paradan daha az para harcamış hepsi de...

     ÂCihan Demirci’den LAFORÄ°ZMA
       Milli futbolcular çok hakettikleri 48 milyarlık jiplerine kavuşmuş!..
       Bu federasyon onlara "meslek ahlakı" da hediye edecekti ama elinde kalmamıştı ne yazık ki!..



Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr