Asağıdakilerden hangisi yurdumuzun bir şehridir:
     Â
A) İstanbul B) Bursa C) Balıkesir D) Tekirdağ E) Hepsi...      Bu sorunun doğru cevabının
"Hepsi" olması lazım. Ancak medyamızdaki yayınlara bakarsak bu sorunun doğru cevabı A şıkkı... Bizim medyamıza göre diğer şehirler bize ait değil. Neden mi?
      Çünkü 17 Ağustos tarihinden beri konuşulan tek konu İstanbul'da depremin olup olmayacağı.
      Bilim adamları teker teker ekrana çıkıyor, haritalar ortaya dökülüyor, tartışmalar reytinge dönüştürülüyor.
      Ama soru hep aynı.
     Â
"İstanbul'da deprem olacak mı?.."      Haritaya bakıyoruz, İstanbul'a en yakın fay hatı 30 km. güneyinden geçiyor... O da aktif mi değil mi belli değil... Üstelik, İstanbul'un zemini sağlam, diyor bilim adamları. Oysa fay hatlarından birisi Bursa'ya 30 km uzaklıkta, diğeri ise tam şehrin göbeğinden geçiyor. Üstelik Bursa'nın zemini çok kötü. Ama bir Allah'ın TV'cisi Bursa'yı sormuyor bilim adamlarına. Haritalardan birinde Bandırma - Gönen hattının ciddi risk taşıdığı görülüyor ama üzerinde hiç durulmuyor. Derdimiz bir tane: İstanbul'da deprem olacak mı, olmayacak mı?
      xxx
      Bu mektubu Bursa'dan
Sami Akyürek göndermiş. Okurumuz yerden göğe haklı. Baştan beri özellikle televizyonlar sürekli İstanbul üzerinde duruyor. Daha yakın ve acil tehlike altında bulunan yerleşim yerlerinden söz edilmiyor.
      Bu doğru... Doğru da o illerin halkı acaba medya kuruluşlarına mektupla, e - mail'le, faksla, telefonla başvurup kendi sorunlarının da gündeme getirilmesini istiyorlar mı? Sanmıyoruz... Örneğin bize deprem riski altında bulunan hiçbir Marmara ilinden bir soru gelmedi. O zaman?.. Bursa'daki veya Bandırma'daki vatandaş kendi durumunu öğrenmek için parmağını kıpırdatmıyorsa neden bu işle başkası ondan fazla uğraşsın?
      Meselenin bir de bu tarafı var.
l love Amerika!
      Açık Radyo,
Clinton'ın ziyaretiyle eş zamanlı olarak, o eski ve ünlü şarkıyı çalıyor şu aralar... 1954 yılında
"Sahibinin Sesi" stüdyolarında doldurulmuş plaktan o günlerin ünlü tango solisti
Celal İnce'nin sesi yükseliyor:
     Â
Amerika Amerika / Türkler dünya durdukça / beraberdir seninle / hürriyet savaşında...      Bu bir dostluk şarkısıdır / kardeşliğin yankısıdır / Kore'de olduk kan kardeşi / sönmez bu dostluğun ateşi...
      Azmimizdir hür yaşamak / dünyada sulhü sağlamak / kavgalar hep bu uğurda / istiklal aşkı ruhumuzda...
      Senin New York'un / yükselir göklere / benim İstanbulum / destandır dillere...
      Ankara ile Washington / İzmirim, San Franciscon / benzer derler birbirine / doyulmaz güzelliklerine...
      O muhteşem beldelerin / pınarların nehirlerin / ünlü şelalen Niagara / haykırır gücünü dünyaya...
      Amerika Amerika / Türkler dünya durdukça / beraberdir seninle / hürriyet savaşında...
      ***
      1954 - 1999... Aradan geçmiş 45 yıl... Şark cephesinde yeni birşey yok.
Konut falı...
      Biz izlemedik. İzleyenler anlattı.
Murat Birsel kardeşimiz NTV'deki programına çıkmadan önce konuğu
Ahmet Mete Işıkara'ya oturduğu evin yerini ve özelliklerini anlatarak:
      - Hocam acaba Marmara depreminde benim ev ne olur?
      diye sormuş.
Işıkara da:
     Â
- Hasar görür ama yıkılmaz, raporu vermiş. Ve bunu programda açıklamış.
      Okurlar biraz da muzipçe soruyor:
     Â
- Murat Bey eviniz nerede, kaç katlı? Söyleyin ki kendi evimizle kıyaslayalım, bizimkinin istikbali hakkında fikir edinelim...      Bu arada yeni bir meslek de doğabilir: Konut falı...
      - Hocam evim Beşiktaş'ta, 20 yıllık, 4 katlı... 7'nin üstündeki bir depremde ne olur?
     Â
- Sallanırsın ama yıkılmazsın evladım... gibi..
      Şu deprem işini biraz gırgıra vuralım. Yoksa toptan üşüteceğiz...
Sevgi ve onur...
      Meğer ne kadar sadık kullarmışız biz. Meğer ne kadar ihtiyacımız varmış efendimizin bir sıcak gülüşüne, bir iltifatına, bir başımızı okşayışına,
"Aferin!" deyiÅŸine.
      İnanın ne ABD düşmanıyım, ne de
Clinton'a alerjik. Tam tersine, bugün dünyanın hiçbir ülkesinin ABD ile kötü ilişkiler içinde olmasının, söz konusu ülkeye yarar sağlamayacağını, zararı dokunacağını çok iyi biliyorum. ABD, dünya politikası denilen dansın,
"de facto" ve vazgeçilmez kavalyesi.
Clinton ise kuşkusuz çok zeki, sevimli ve yetenekli bir lider. Ama ABD'nin başkanı ve tüm yetenekleriyle elbette kendi ülkesine hizmet ediyor.
Clinton, her gittiği ülkeyi Türkiye'de Türkiye'yi övdüğü gibi övüyor, her yerde aynı güzel ve akıllı sözleri söylüyor, aynı tarih derslerini veriyor. Adamın görevi bu zaten: ABD ile gittiği ülke arasındaki ilişkileri okşayıp ütülemek! Benim anlamadığım ve gocunduğum,
Clinton'ın Türkiye'de bir veli gibi algılanması. ABD başkanına gösterilmesi gereken saygı ve sempatinin, kulluk minneti ve kölelik hayranlığına dönüşmesi.
      Ülkemiz uzun yıllardan beri ABD ile önce kendi rızası, ardından
"zoraki" evli. Bu evlilikte çok ezildi Türkiye. Eğer bugün politikacılarımız körse, gören gözler ABD tarafından oyuldu. Çapsızlarsa, çaplıları ABD tarafından eğelendi. Eğer bugün düşün dünyamız topalsa, aydınların bacağı ABD'ye yaranmak için kırıldı. El etek öptüğümüz, ayaklarına kapandığımız bu kocadan çok çektik biz. Köle değil, eşlik onurumuzu koruyalım bari. Bunca "Amerikam!" budalasıyla zor olsa da.
      xxxx
      Yukardaki satırları dün
Mine Kırıkkanat Radikal'deki köşesinde yazmıştı. Bize de altına imza atmak kaldı...
      ***
      Clinton sadece Erkan bebeği değil, onunla birlikte 65 milyonu da kucağına almış oldu!..
      ***
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr