Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Yazarımız Metin Toker yazısında şöyle diyor.
     Â"...Tespitim ve teÅŸhisim odur ki, geçen seneler içinde Türk futbolu ne kadar ilerlemiÅŸ, kalite kazanmışsa, Türk siyaseti o derece gerilemiÅŸ, kalite kaybetmiÅŸtir..."
       Doğru tespit... Doğru, çünkü:
       1- Türk halkı futbolu siyasetten daha fazla sevmekte, futbolla daha fazla haşır neşir olmaktadır. Bugün çoğumuz tuttuğumuz takımın kadrosunu kafadan sayabiliriz, ama sözgelimi, Sanayi veya Tarım bakanlarının ismini hatırlamakta zorlanırız...
       2- Demokrasi tutkusu futbol tutkusu kadar güçlü değildir bizde... Siyasi parti üyesi olup katılımcı demokrasiye katkıda bulunmak yerine, taraftar olup rakip takıma küfretmeyi daha kolay, daha eğlenceli buluruz...
       3- Günde bir - iki saat kitap okumaya vakit ayıramayan insanlarımız bazı maçlarda stadyuma girebilmek için 24 saat kuyrukta bekleyebilir...
       4- Tuttuğumuz takım üst üste birkaç kötü sonuç aldığında derhal teknik direktörün kellesini isteriz. Buna karşın, ülkeyi her türlü sıkıntıya sokan siyasetçilere beş yıl tahammül eder, sonra tekrar iktidar veririz...
       5 - Bir şeyin kötü gittiğini gözümüzle görmeden inanmayız. Futbolun kuralları basit olduğundan ve olup biteni gözümüzle gördüğümüz için kolay müdahale ederiz. Siyaseti izlemek daha büyük kültür, dikkat ve sabır istediği için o işi pek beceremeyiz.
       Diyeceğimiz.. Futbolun iyiye, siyasetin kötüye gitmesi için sebep çoktur.
       Tabii bu arada futbolumuza kalite getiren yabancı oyuncuları da unutmamak lazım. Ne yazık ki siyasetin o şansı yok...
       Daha doğrusu var da... Cottarelli gibi kasap oyuncular kalite getirmiyor...

Dialog

       - Bak bu adam bana kötülük yaptı Allah da onu cezalandırdı...
       - Yok yahu bu adam eceliyle öldü...
       - Hayır bana kötülük yaptığı için..
       - Peki bu adam sana ne kötülük yaptı?
       - Ben din devleti kuracaktım, önümü kesti...
       - Tanrı senin din devleti kurmanı istese önüne o adamı çıkarır mıydı?
       - Sen Allah'ın işine ne karışıyorsun?
       - Ben karışmıyorum sen karışıyorsun...
       Bu tartışma böyle sürer...

Genetik ÅŸifre

       Genlerinde devlet parasına karşı bir engin sevgi var. Büyükleri eskiden devlet bankalarından kredi alır, geri ödemezlerdi. O da genç jenerasyon olarak büyüklerini aşmalıydı. Nitekin aştı... Bankayı olduğu gibi götürdü. Yeni Binyıl gazetesinde dünkü manşet şöyle diyordu: "Murat Demirel'in Egebank'tan tam 259 trilyon (400 milyon dolar) çarptığı belirlendi."
       Geçmiş olsun... Halkımıza ve devletimize...

       *Duyuyorum unutuyorum. Görüyorum öğreniyorum. Yapıyorum, anlıyorum.
     ÂKonfiçyus

Ekrandan gitmiyor!

       Eskiden izah edilebilecek, anlayışla karşılanabilecek gerekçeler vardı: Ya ülkenin başbakanıydı, ya muhalefet lideri ya da cumhurbaşkanı... O nedenle kimsenin söyleyecek fazla bir lafı olmadı: 30 yıl boyunca hemen her akşam ekranlarımızda boy gösterdi. TRT ekranlarına çıkma "hakkını" tepe tepe, zaman zaman da insanları bıktırasıya kullandı.
       Birkaç aydır ne başbakan ne muhalefet lideri ne de cumhurbaşkanı... Sahip olduğu tek sıfat var: "Eski Cumhurbaşkanı..." Nazik deyimiyle "9'uncu Cumhurbaşkanı..." Ancak durum yine de değişmedi. O yine sık sık TRT ekranlarında... Onun "Eski Cumhurbaşkanı" sıfatıyla kabulleri, "Yeni Cumhurbaşkanı"ndan daha çok yer işgal ediyor bazen TRT haberlerinde... Çünkü o güçlü kaldıkça onun sırtından geçinenler de güçlü kalacak. O yüzden o hala birilerinin esas cumhurbaşkanı...

'Oğlumuz çaktı'

       Üniversitedeki oğlu iki yıl üstüste çaktığı için okuldan atılan bir baba öfkeler içindeyken... Oğluna karşı nasıl bir tavır koyacağını, ne tür cezalar verirse onu yola getireceğini düşünürken... Durumdan haberdar bir yakınının gönderdiği metni okuyunca biraz sakinleşmiş. Durumu bir kez daha düşünmüş...
       O metinde yazılı olanları, çocuk sahibi okurlarımızın dikkatine sunalım:
       "...Sandra ile konuşurken kendi karakterimizin, amaçlarımızın ve oğlumuzla ilgili algılarımızın düşüncelerimizde ne kadar güçlü bir etki yaptığını üzüntüyle kavradık. Toplumsal karşılaştırma dürtülerimizin derin değerlerimizle çeliştiğini anladık... Koşula bağlı bir sevgi, sonunda oğlumuzun kendine verdiği değerin azalmasına neden olabilirdi... Çocuğumuzu değiştirmeye çalışmak yerine bir kenara çekilmeye, kendimizi ondan ayrı tutmaya çalıştık. Oğlumuzun kimliğini, bireyselliğini, ayrı biri oluşunu ve DEĞERİNİ sezmek için çaba harcadık... Oğlumuzu yalnızca O'na özgü özellikler çerçevesinde görmeye başladık. Onun içindeki (ancak kendi temposu ve hızıyla ortaya çıkabilecek) kat kat potansiyeli gördük. Doğal rolümüzün oğlumuzu takdir etmek, ona değer vermek ve varlığının zevkini çıkarmak olduğunu gördük. Oğlumuzu başkalarıyla karşılaştırmak ya da yargılamak yerine, karım ve ben onun kişiliğinin zevkine varmaya başladık. Onu kendimize benzetmekten ya da toplumsal beklentilere göre ölçmekten vazgeçtik. Onu kabul edilebilir bir toplumsal kalıba sokmaya çalışmayı bıraktık..."
       Özetle... Kendince mevcut sebepler sonucu okuyamayan (veya okumayan) ve okuldan atılan çocuğa ceza vererek, onun kendini daha değersiz hissetmesinin kimseye yararı yok. Onu anlamaya çalışmak, onun kendisini ve dünyayı anlamasına çalışmak gerekiyor. Ve ona bundan sonrasını düşünecek fırsat vermek...

     ÂCihan Demirci’den LAFORÄ°ZMA
       *İnsanoğlunun gen haritasının yüzde 97'si çözülürken biz daha faili meçhul cinayetleri bile çözemedik.
       *Yakında kendi kendine giden otomobiller üretilecekmiş... Ohooo!.. Bu üretimi bizim kötü sürücülerimiz yıllardır yapıyordu zaten!




Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr