Falih Rıfkı Atay 1. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’deki durumu anlatırken şöyle der:
“Açların Londra’ya yürüdüğü haberi alınınca İngiliz hükümeti Hyde Park’taki kürsülerin sayısının artırılmasını emretmiştir.”
Demokrasi düşüncesi “öfkeli toplulukları sakinleştirmek için onların söz söyleme hakkını genişletmeyi” öngörür.
İşgal İstanbul’unda Yunan ordusunun İzmir’e çıkışını protesto için yapılan Sultanahmet mitingine izin verildiğini de anımsatalım.
Gösteri ve yürüyüş bizim Anayasa’nın 34. maddesinde:
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” sözleriyle hak olarak kaydedilir.
Başbakan Süleyman Demirel, 1968 yılında bir il kongresinde öğrenci yürüyüşlerinin durdurulmasını isteyen delegeye bakın ne demiştir:
“Ne diye rahatsızlık duyuyorsun? Anayasa ne diyor? ‘Herkes gösteri ve yürüyüş hakkına sahiptir’ diyor. Protesto, miting, gösteri, yürüyüş. Bunlar demokrasinin olmazsa olmazları. Yürümek isteyen varsın yürüsün. Tabanı kuvvetli olan, tabanı yanana kadar yürüsün. Yollar yürümekle aşınmaz.”
Medyada, Meclis’te ve başka platformlarda sesini duyuramayanlar pekâlâ yürüyüş düzenleyerek dertlerini kamuoyuna anlatırlar. Anlatabilmeliler. Baro başkanları da öyle yaptı. Ama sonra neler oldu!
Savaş yıllarının İngiltere’sini veya 68’lerin Demirel’ini özlemeyelim artık.
TAHRİK
İzmir’de bir ay önce cami hoparlöründen “Bella Çav” şarkısı çalınmıştı. Bu devrimci şarkı Belediye Başkanı Tunç Soyer’in en sevdiği müzikmiş. O yüzden Tunç Soyer ve CHP’liler günlerce hücuma uğradı. Provokasyonu kimin yaptığı hâlâ bulunamadı.
Derken Tunç Soyer’in başında bir kabak daha patladı.
Tunç Soyer, iddiaya göre, turizmcilerle yaptığı dijital toplantıda İzmir için ayrı para ve ayrı bayrak tasarladığını söylemişti. Böylece ülkeyi bölmek ve İzmir’i ayrı bir eyalet yapmak için hazırlandığını bizzat itiraf etmiş oluyordu. Bir kısım medya bu hainliği! kamuoyuna böyle duyurdu.
“Teyit.org” adlı internet sitesi araştırma yaptı, kullanılan sözleri bantlardan çözerek güzelce ortaya koydu.
Çıkarılan şayia ile gerçeklerin ilgisi yok.
İşin aslını “Teyit.org” sitesinde okuyabilirsiniz.
BEBEK
Genç bir çift bebek bekliyor. Ailenin yeni gelecek üyesi için hazırlık yapıyorlar. Geçenlerde gidip bebek arabası bakmışlar. Fakat fiyatı ve modeli konusunda karar verememişler. Anne adayına sordum:
- Nedir fiyatları arabaların?
- 300 liradan başlıyor 14 bin liraya kadar gidiyor...
- 14 bin lira mı?
- Mercedes alırsanız 14 bin lira.
- Mercedes’in bebek arabası mı var?
- Evet, Mercedes Benz marka bebek arabası var.
- Alman malı mı bu?
- Evet, orijinal, Mercedes fabrikalarında yapılıyor.
- Ne fark eder, çocuğun arabası ha Mercedes olmuş, ha başka marka?
- Üzerinde Mercedes yıldızı görünüyor. Mercedes kullanan anneler hava atıyor.
Bir yaşımıza daha girdik...
65’LER
Korona günlerinde 65 yaş üstüne konulan yasakların sonuna doğru bu kesime şehirler arası seyahat izni çıktı.
65’likler kaymakamlıktan izin almak şartıyla bir başka vilayete gidebilecek ancak orada en az bir ay kalacaklardı.
65 yaşın sokağa çıkma yasağı kısmen kaldırıldı.
Ancak yukarıdaki kural kaldırılmadı. Veya kaldırılması unutuldu.
Şimdi 65 üstü vatandaş şehir dışına gitmek için kaymakamlıktan izin almak ve gittiği yerde en az bir ay kalmak zorunda.
Durumu öğrenmek için Vefa hattı 156’yı arayıp sorduk:
- Bodrum’a gidip bir otelde üç gün kalmayı düşünüyoruz, nasıl izin alacağız?”
- 199’u arayacaksınız, dediler.
199’u aradık... Dedi ki çıkan memur:
- Gideceğiniz oteldeki rezervasyon bilgilerini bildirin talebiniz görüşülüp karara bağlanacak, sonucu kaymakamlık size bildirecek.
- Peki, bir başka ildeki yakınımı ziyaret edecek olsam?
- O zaman bir ay kalmak zorundasınız.
- Ya doktorum diyelim Antalya’da, doktoruma gidecek olsam?
- Acil olmak şartıyla doktorunuz talep belirtir, böylece iki üç gün izin alabilirsiniz.
Siz bu tedbirlerin mantığını bulabildiniz mi? Ben bulamadım.
Şunu anladım: Biz 65’likler bu ülkede olağan şüpheli hatta sabıkalı muamelesi görüyoruz.
VAYVIR
“...Bir dönem aralarında aşk olduğu haberleriyle gündeme gelen Nisa ve Sercan yeniden karşı karşıya geldi. Sercan’ın ismini açıklamasının ardından Nisa, ‘Benim ismini söyleyeceğini tahmin ediyordum’ dedi. Sercan ise ‘Birinin peşinden koşuyormuşum havası verildi. Benim de bir gururum ve duruşum var’ diye konuştu. İkilinin bundan sonraki ilişkisi merak ediliyor...”
Siz bu satırlardan ne anladınız? Eğer Survivor izleyicisi değilseniz hiçbir şey anlamazsınız. Bendeniz de önce anlamadım. Meğer Survivor programında olup biteni anlatıyormuş, Türkiye’de en çok bu program izleniyormuş. Halkımız her gece Türkiye’yi kurtarmaya çalışan ekran güllerinin derin analizleri yerine sörvayvır Sercan ile sörvayvır Nisa’nın yapmacık aşkını izliyor. Acaba neden? Gelecekten umudunu kestiği için mi, lagalugaya karnı doyduğu için mi? Hangisi?