Deprem sonrası çok yorucu bir görevi saatlerce sürdüren televizyon spikerlerinden biri, biraz da yorgunluğun etkisiyle şu özlü(!) yorumu yapıyor:
- Deprem Türkiye'yi apansız yakaladı...Oysa bilinir ki deprem her ülkeyi apansız yakalar. Depremi önceden haber almak hala mümkün değil. Ama önlem almak mümkün. Uygar ülkeler bu önlemleri alıyor. Bizim gibi hayatını:
- Birşey olmaz abi, ecelin gelmişse ne yapsan boş abi,gibisinden felsefeler üzerine kurmuş... İnsan hayatına yapsatçı müteahhitin vuracağı voli kadar önem vermeyen toplumlar ise depreme elbet "apansız!" yakalanır!
Eski yapı evler sağlam. Yıkılanların çoğu yeni yapı evler. Hırsız müteahhitin ve rüşvetçi belediyenin ortak imzasının altından günahsız insanların cesetleri çıkartılıyor. Ama kimse merak etmesin. Bu hırsız yapsatçılar birkaç gün kınanır, sonra unutulur... Çünkü yerel ve genel siyasette ağırlıkları vardır. Sektörde kar esas, insan hayatı teferruttır.
Eskiler yolsuzluğun, hırsızlığın, vurgunun giderek arttığını gördükçe:
- Başımıza bir gün taş yağacak, derlerdi.
Yağdı işte... İnşaat sektöründeki hırsızlık taş oldu, masum insanların başına yağdı...
Sağol büyüğüm!
Sağolsun büyüklerimiz... Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, valiler, belediye başkanları bir felaket vukua geldi mi derhal olay yerine koşar, vatandaşın derdini dinler, geçmiş olsun der ve en önemlisi:
- Her türlü önlemin en kısa sürede alınacağını, müjdelerler...
Ne var ki bütün bu "büyük"ler felaket gelmeden "önlem" akıl etmez.
Cumhurbaşkanı ruhsatsız fabrikanın temelini atar, Başbakan çarpık kentleşmeyi dert etmez, Valiler yapıların depreme dayanıklılığını kontrol etmez, belediyeler kaçak yapılaşmanın getirdiği rüşvetle beslenir. Ne deprem yönetmeliği uygulanır, ne ilk yardım örgütlenmesi dert edilir.
"Her türlü önlem" in alınması için felaketin "vukuu" şarttır. Ölen ölür, sonra önlemin her türlüsü alınır!
Richter 7
İstanbul'da yapıların 7 şiddetinde bir depreme dayanıklı olarak yapılmasını yasa ve yönetmelikler şart koşuyor. Ne var ki bu şart ruhsatlı yapıları bağlıyor. Belediyelere rüşvet yedirilerek mantar gibi biten kaçak aparkonduların böyle bir mecburiyeti yok. Belediyeler varoşlardaki kaçak yapılaşmadan pay kaptıkları için.. Ayrıca bu alanı oy deposu gördüklerinden kaçakla ilgilenmiyorlar. Hatta teşvik ediyorlar. Siyaset de bir miktar bu alandan gelen para ve oyla beslendiği için siyasetçilerin de derdi değil bu konu. Felaket el birliğiyle davet ediliyor.
Deprem çantası...
Batı'da bir deprem sırasında evin yıkılıp ailenin enkaz altında kalması ihtimali zayıf. Ama yine de her türlü önlem düşünülüyor. Örneğin ABD'de
"Ailenin hayatta kalma paketi" adlı bir çanta satılır. Adam bu paketi alır, evin kolay ulaşılacak bir yerine koyar. Fiyatı 60 ile 150 dolar arasında olan bu paket, enkaz altında kalan ailenin hayatını birkaç gün sürdürmesini sağlayan malzemeyi barındırır. Örnek olarak iki kişilik "Paket"in içindekileri görelim:
"3 günlük kuru yiyecek (2100 kalorilik), 12 paket su, 2 vücut ısıtıcı, 2 ince battaniye, fener, pil, ilkyardım malzemesi, çok amaçlı çakı, not defteri, kalem, düdük, iskambil kağıdı..."
Haberimiz vardı!
Kanadalı deprem araştırmacısı
Karl Buckthought, bundan iki ay önce Çanakkale ve Edirne merkezli, İstanbul ve çevresini de etkileyecek 6.1 şiddetinde bir depremin haberini vermişti... Kanadalı bilimadamı, fay hatlarındaki hareketlilikleri inceleyerek bu yargıya varmış, söz konusu sarsıntının
"10 Temmuz"da gerçekleşeceğini öne sürmüştü... Felaket 37 gün gecikmeyle geldi.
Gazetelerin yukardaki haberi yayınlaması üzerine, anılan bölgede yaşayan vatandaşların küçük bir bölümü çadırlara taşınırken... Yerel yöneticiler ve çoğu ilgili,
Karl Buckthought'un iddiasının
"mantık ve bilimle alakası olmadığını", "söylentinin Türk turizmine darbe vurmak amacıyla çıkarıldığını" söylüyordu...
Tam o günlerde
Çelik Gülersoy dostumuzla bir telefon sohbetinde söz dönüp dolaşıp bu konuya geldi...
Gülersoy, "deprem" söylentisini ciddiye aldığını söyleyip ekliyordu:
- Kanadalı
Buckthought'un bahsettiği türden, İstanbul ve çevresini de içine alacak yüksek şiddette bir deprem, büyük acılara yol açabilir. Sözü geçen bölgelerdeki binaların depreme ne kadar dayanıksız olduğunu filan söylemeyeceğim. Bu noktada söylenecek söz de kalmadı artık. Zaten kimsenin umurunda da değil bu... Benim söyleyeceğim başka birşey: Birkaç yıl önce
"İstanbul'da gerçekleşecek bir deprem halinde nasıl müdahale edilmesi gerekir", "yaralıları hastahanelere taşımak - ilkyardım ulaştırmak için nerelerde ve nasıl koridorlar açılabilir", "yağmanın önüne nasıl geçilir" vs. gibi teknik konularda kapsamlı bir çalışma yapıp devlette ve yerel yönetimde görevli tüm mercilere göndermiş, konu üzerinde uzun boylu düşünülmesi gereğine dikkat çekmiştim. Bir tek Genelkurmay'dan,
"yararlı bir çalışma" olduğunu belirtir nazik bir cevap geldi. O kadar... Onun dışında ne ilgilenen çıktı, ne de uygulamaya dönük bir fikir alışverişi önerisinde bulunan...
***
Bunun aksi olsa hayret ederdik zaten...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr