Temmuz ayı ayrılıklar ayıdır bir bakıma. Güzel dostların ayrılışı nedense bu aylara rastlar. Misal mi?
Cağaloğlu Milliyet yılları... 90’lar... Kadim dostum, sütun komşum Teoman Erel Ankara’dan gelmiş. Akşamı zor ediyoruz. Gazetenin yurt haberleri şefi Ankaralı Erdal Çetin’i de yanımıza alıyoruz. Güneş batmadan Kumkapı’nın yolunu tutuyoruz. Orası eskiden kendi halinde bir Ermeni balıkçı köyüydü. 50’lerde bir yıl orada Ermeni komşularla yan yana yaşadık. Güzel zamanlardı. Giderek balıkçı kahvelerinin yerini özenti meyhaneler aldı. Balıkçılar başka semtlere dağıldı.
***
Sandal Restoran’a oturduk üçümüz birlikte. Rakılar geliyor, mezeler diziliyor, Ankara muhabbeti başlıyor. Ne çok şey var konuşacak. Ankara’nın Babıali’si sayılan Rüzgârlı Sokak’tan geçmişiz birlikte. Rotatiflerin ninnisini dinlemişiz. Kâğıt bobinlerin tozunu yutmuşuz. Teoman’la televizyonda birlikte programlar yapmış, siyasetçileri ifrit etmiş, deli dolu günler geçirmişiz. Geçen günleri hatırlıyor, kahkahaları basıyoruz. O arada esmer çalgıcılar gelip gidiyor, sevdiğimiz şarkılar çalınıyor:
- Gel gitme kadın kalmasın gözüm yollarda...
Teoman gece 11.00 uçağına bilet almış. Sohbet öyle koyulaştı ki... Saat 10’u geçiyor, Teoman hâlâ masada. İstemeye istemeye kaldırdık, taksiye bindirip Yeşilköy’e yolcu ettik. Biz de Erdal’la birer duble yolluk alıp kalktık. O zamanlar gazetenin bana verdiği özel araç var. Eski bir Murat araba. Şoförümüz Zekai. Erdal’la birlikte Kadıköy’e doğru yol alıyoruz. O sıralarda (sebebini şimdi anımsamıyorum) sokağa çıkma yasağı başlıyor. Yollar boş. Tam Boğaz Köprüsü’ne girdik, aklıma parlak bir fikir geldi. Zekai’ye, “Şurada bir dakika dur” dedim. “Köprü üstünde durmak yasak abi” dedi. “Boş ver, sen dur” dedim. Zaten gelip giden araç yok. Köprüye sabotaj ihbarı da var anımsadığım kadarıyla. Yanımda uyuklayan Erdal’a teklifte bulundum:
- Saat 11.30... Teoman’ın uçağı kalktı kalkıyor. Buradan Yeşilköy tarafına bakarsak Teoman’ın uçağının kırmızı ışığını havada yakalarız.
Erdal da bulut gibi. Fikri beğendi. Arabadan indik. Elimizi alnımıza siper yaparak köprü üstünden Yeşilköy tarafını tarassut ediyoruz. Ankara’ya doğru havalanacak uçağın kırmızı ışığını havada yakalayacağız. Amaç bu!
Şoförümüz Zekai az ötede durmuş, şaşkın şaşkın bizi izliyor.
Ufukta bir kırmızı ışık görür gibi olduk. Acaba o mu, diyemeden Zekai’nin bağırtısını duyduk:
- Polisler geliyor abi!
Baktım... Köprünün öbür ucundan bize doğru koşa koşa bir polis ordusu geliyor. Bellerindeki tabanca ve kelepçeler düşmesin diye iki elleriyle kalçalarına asılı malzemeleri tuta tuta komik bir şekilde koşuyorlar. Ben Erdal’a:
- Bir şey olmamış gibi devam et, dedim, yoksa şüphelenip maazallah ateş falan açarlar.
Polisler yaklaştı. Biz onları görmemiş gibi yapıp, havayı tarassut etmeye devam ediyoruz. Yaklaşırlarken biri top gibi gürledi:
- Ne yapıyorsunuz ulan orada!
Adamların yüzleri gerilmiş, öfkeden gözleri fal taşı gibi açılmış. Ben sakin olmaya gayret ederek, izaha çalıştım.
- Efendim, arkadaşımız Ankara’ya gidecekti de, buradan onun uçağını görmeye çalışıyoruz, demeye kalmadan baştaki komiser:
- Manyak ulan bunlar, diye bağırdı.
Adam haklı. Durumu mantık çerçevesinde izah etmek mümkün değil. O sırada Zekai komiserin kulağına eğilip:
- Efendim, beyefendi Milliyet gazetesinin yazarı, yanındaki de yurt haberleri şefi...
Gibi izahlar yapınca polisler biraz teskin oldular. Aracın camındaki ‘Basın’ plakası da biraz etken oldu. Zararsız olduğumuzu anladılar. Kimlik kaydı yapıldı. Biz ufak ufak toparlanıp yola devam ettik. Polisler arkamızdan söylenmeye devam ettiler.
***
Ertesi gün durumu telefonda Teoman’a anlattım.
- Dün gece tam 11.30 sıralarında köprüden Yeşilköy’e baktık, senin uçağı görür gibi olduk, dedim. Teoman güldü.
- O benim uçak değildir, dedi, çünkü biz bir saat rötarlı kalktık.
Öyle veya böyle... Yine de gecemiz biraz tehlikeli ama şenlikli bitmişti. Diyeceğim, havada uçak izleyenleri başkası anlamayabilir ama biz öyle garip bulmayız!
***
Milliyet’in en has yazarlarından biri olan Teoman birkaç yıl sonra, 1994 yılında 6 Temmuz günü talihsiz bir trafik kazası sonucu hayattan ayrıldı. 54 yaşındaydı. O kaza olmasa bugün hâlâ Milliyet’te yan yana sütunlarda yazıyor olacaktık. Yurt Haberleri Şefimiz Erdal Çetin de yine genç yaşta, dostlarını akşam sohbetlerinden mahrum bırakarak veda etti. Zaten Kumkapı da çoktandır Kumkapı olmaktan çıktı. Önünden otoban geçirdiler, ne o semte uğrayan kaldı ne balıkçı köyü olduğu günleri hatırlayan... Sazlar çalınmaz oldu.