Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Alman vakıfları hakkında yeni söylentiler kulağımıza geliyor.

Bu vakıflar ülkemizde özellikle 90’lı yıllarda çok aktifti.

Adenauer Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı adlarını çok sık duyardık...

Bu vakıflar Alman siyasi partilerine bağlı olup sık sık konferans ve açık oturum düzenliyordu...

Bu konferanslara bizim üniversitelerden seçkin araştırmacılar, bilim adamları vs. katılıyor, çok aydınlatıcı bilgiler dile getiriliyordu.

Katılımcılar ülkemizi iyi analiz eden nitelikli uzmanlardı... O yüzden oturum bir beyin fırtınasına dönüşüyordu...

Haberin Devamı

Türkiye’nin geçmişi ve geleceği masaya yatırılıyor, toplumun röntgeni çekiliyor, gelecek perspektifleri konuşuluyordu...

Ancak etkinlik küçük salonlarda yapılıyor çok fazla dinleyici tarafından izlenmiyordu.

Bu vakıflardan birinin yöneticisiyle konuşmuştum.

Konuşmaları baştan sona kayda alıyorlardı. Peki sonra ne yapıyorlardı? Cevap:

- Hem bizim parti merkezine hem Dışişleri Bakanlığı’na gönderiyoruz...

- Türk Dışişleri’ne de yolluyor musunuz?

- İsterlerse göndeririz ama hiç böyle bir talep gelmedi...

Bizim hükümetlerin pek danışmadıkları, fikir almadıkları akademisyen ve uzman görüşleri Alman Dışişleri Bakanlığı’nda dosyalanıyor, ülkemizin geleceğine ilişkin analizler yapılıyordu.

Böylece... Yabancılar bizi bizden daha iyi izliyor, daha iyi tanıyordu...

Artık sesleri pek çıkmıyor. Anlaşılan yeterince bilgilendiler!

YÜRÜYÜŞ

Avrupa Hareketlilik Haftası’nda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbulluların daha çok hareket etmesi için yayaların lehine kararlar alınacağını söylemiş. Yürüme ve bisikletin teşvik edileceğini bildirmiş. Çok iyi olur… Ancak...

1) Yürümek için düzgün ve geniş kaldırım gerekir ki... Özellikle Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy, Bakırköy gibi ilçelerde kaldırımlar kafe, lokanta ve marketlerin işgali altındadır. Ayrıca girintili çıkıntılıdır. Önünüze bakmadan adım atamazsınız.

2) Halkımız yürüme özürlüdür... Moda’da görüyoruz... Gepegenç insanlar bir iki kilometre yürümek yerine daha uzun sürelerde ayakta dikilip tramvay bekliyor. Metrolarda üç adım merdiven çıkmak yerine yürüyen merdivene doluşuyor.

Haberin Devamı

Özetle… Hem kaldırım yapmalı hem halka yürümenin faydalarını anlatmalı...

Güneş ufuktan şimdi doğar...

ERCAN

Saygın iki spor yazarını geçtiğimiz hafta birbiri peşinden kaybettik… Biri Galatasaray sevdalısı Ahmet Çakır, diğeri Fenerbahçeli Ercan Güven... İki dost isim FB - GS derbisine günler kala hayattan ayrıldı...

Yıllardır birlikte çalıştığımız Ercan Güven bir nezaket ve zarafet abidesiydi. Fenerbahçeliydi ama kulüp amigosu değildi. Yazılarında her zaman entelektüel bir tat, bir analiz derinliği bulurdunuz. Futbolda maç kazanmanın değil bilim ve ahlakın öncelikli olduğunu ustalıkla yansıtırdı... Yeni gazetecilere yeni ufuklar açtı. İz bırakan meslektaşlar arasında yerini aldı.

Ailesine, sevenlerine ve spor servisimizdeki değerli dostlara baş sağlığı ve uzun ömür diliyorum...

MANŞ’IN ÖTESİ

Gazetelerde küçük bir haber olarak yer aldı...

“İngiltere’ye Manş Denizi’ni botlar ve teknelerle geçerek gelen göçmen sayısı yılın ilk yarısında rekor kırdı.

Haberin Devamı

Bu yoldan gelenlerin sayısı 13 bin 489’a çıktı.

Gelenlerin yüzde 18’i Afgan. Yüzde 13’ü İranlı, yüzde 10’u Vietnamlı, yüzde 10’u Türk ve yüzde 9’u Suriyeli.”

★★★

Böyle bir şey olabilir mi? Türkler de botlarla Manş’ı aşarak iltica etmeye kalkışır mı? Kalkışan olsa bile sığınmacı Türklerin sayısı Suriyelileri aşar mı?

Olamaz... Evet çeşitli Avrupa ülkelerine göç etmeye yeltenen Türkler elbet vardır. Ama botlara binip de Manş denizini aşarak sığınmak hiç bizim yurttaşların harcı değildir.

Anlaşılıyor ki, bu sığınmacılar Türkiye’ye girmiş ve Türk kimliği almış Suriyeliler, Afganlar, Pakistanlılar falandır...

Ve sayıları Suriyelileri bile aşmıştır.

UNUTMAK

Diyarbakır’da vahşi bir cinayet işlendi.

8 yaşında kendi de adı gibi “narin” bir kız çocuğu akrabaları tarafından boğularak öldürüldü.

Hâlâ ne öldüren belli ne cinayetin sebebi belli...

Ancak bir aile cinayeti olduğu ve tüm ailenin susarak katili koruduğunu herkes görüyor.

Peki bu köydeki diğer çocuklar acaba ne hissediyor?

Her biri arkadaş acısı yanında...

Ölüm korkusu içinde yaşamıyor mu?

Herkes kaskatı kesilmiş… Kimse bir şey düşünemiyor...

Örneğin köyün çocuklarına psikolojik destek vermek hiç gündeme gelmiyor.

Muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları neden en azından bu konuyu dile getirmiyor? Hepsi bizim çocuğumuz değil mi?