Hulki Cevizoğlu'nun yönettiği "Ceviz Kabuğu" programında önceki akşam ceviz kabuğunu zor dolduran bir tartışma fırtınası izliyoruz. Konuşmacılar İslam'da Cinsel Hayat kitabının yazarı Ali Rıza Demircan, Araştırmacı İsmail Nacar, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Yaşar Nuri Öztürk... Tartışmanın başlamasından 2 saat sonra, saat 1:45'de gelinen nokta şurası:
"Koca, karısının dilini emerse oruç bozulur mu?"Ali Rıza Demircan kitabında Abu Davud'un hadisine dayanarak orucun bozulmayacağını iddia ediyor. İsmail Nacar bozulacağını söylüyor. Hulki Cevizoğlu "Nasıl olur da işin içine cinsiyet ve şehvet girince oruç bozulmaz?" diye soruyor. Profesör Yaşar Nuri Öztürk, her tartışmada Allah'ın kitabına başvurmak gerekir diyerek Kur'an'ı açıyor. Bakara suresini okuyor:
"Oruçlu olduğunuz günün gecesinde kadınlarınızla buluşmanız size helal edilmiştir"Öztürk, bu ayetin "dil emmenin oruç bozmayacağı" nı doğruladığını söylüyor. Oysa okuduğu ayet oruç bozulduktan sonra geçen süre için geçerlidir. İlahiyat Fakültesi Dekanı bu açık farkı göremiyor mu? Görmek mi istemiyor? O arada bizim cahil aklımıza düşen soru bir türlü sorulmuyor:
- Kocanın dil emerken tükürük yutması da orucu bozmaz mı?Bu soru kimsenin
Televizyonlara bilimsel tartışmalar, güncel sorunları aydınlatıcı programlar, eğitici diziler, belge filmler, pek uğramıyor. Nerede ucuzundan göz boyayan dansözlü programlar, silahlı diziler, cıvık filmler varsa ekrana dolduruluyor. Bir mesele, eğer içinde seks, göz yaşı, kan falan varsa haber programlarında geniş yer buluyor. Reyting canavarları, "köprü üzerinde pire tozu satan çığırtkan" üslubuyla her gece bize "şok haber"ler satıyor. Karşılığında reyting alıyor.
Son günlerdeki "Fadime" tartışmalarında olsun, diğer güncel konularda olsun televizyon yıldızlarının(!) nasıl en küçük konulardan habersiz olduklarını kamuoyu izledi. Sergiledikleri cehalet yanında tek marifetleri olur olmaz yerlerde konuşmacıların sözünü kesip programı piç etmekti.
Bu düzeysizliğin sebebini sorduğunuzda alacağınız yanıt bellidir:
- Efendim TV izleyenlerin çoğunluğu böyle programları seviyor. Halk eğitici, bilimsel, kültürel konular ekrana çıktığında başka kanala zaplıyor. Bir programı ancak içinde eğlence, kan, gözyaşı falan varsa izliyor...Doğrudur. Elbette her ülkede vasat izleyicinin gözü insancıl duygularını gıdıklayan, zaaflarına hitap eden, dikkatini bir anda çeken programlara takılır.
Ancak bu
Ankara Tabip Odası'nın, tıp hizmetlerinde çalışanların maaşlarının düzeltilmesi çağrısında:
- Bugün bir başçavuş 80 milyon lira alırken bir hekim 52 milyon lira alıyor, şeklinde bir ifade kullanması astsubayları hayli üzmüş. Bizi arayan astsubay okurlarımız bu konuda bilgi verirken dediler ki:
- 15 yıl hizmeti olan bir başçavuşun bütün yan gelirleriyle birlikte aldığı aylık ancak 65 milyon liradır. Ancak kıdemli başçavuş bütün yan gelirleriyle birlikte 80 milyon lira alabilir... Lojman kira gideri en az 15 milyon liradır. Bu ücretler ağır bir görevin karşılığıdır. Ayrıca doktorlara az maaş verilmesinin sorumlusu da astsubaylar değildir...Astsubay okurlarımız Ankara Tabip Odasının bildirisinde kendilerinin hedef alındığı gibi bir anlam çıkartmışlar. Tabip Odası inanıyoruz ki, astsubayların aldığı maaşın çokluğunu değil, kendi maaşlarının azlığını belirtmek için böyle bir kıyaslamaya gitmişlerdir. Bugün ne astsubayların aldığı maaş yeterlidir ne diğer memurların. Dert ortaktır...
Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi önceki akşam The Marmara otelinde bir grup dustu ve meslektaşıyla birlikte meslekteki 45'inci yılını kutladı. Sohbet koyulaşır, eski günler anılırken bazı gazeteciler Hasan Pulur'a
Newsweek Dergisi'nin son sayısının kapağı p53 genine ayrılmış... "Kanser katili" adı verilen p53 geninin kanserle savaşta önemli rol oynayacağı bildiriliyor. Yıllardır kanseri yenmek için uğraşan bilim adamları önemli bir aşamaya varmış durumda. İnsanlık dört gözle bu çalışmaların kesin sonucunu bekliyor.
Amerika'dan Avrupa'ya, Avustralya'dan Japonya'ya kadar dünyanın dört bir köşesinde bilim adamları harıl harıl insan hayatını uzatacak, doğa kaynaklarının daha yararlı kullanılmasını sağlayacak, uzaydaki bilinmezleri keşfedecek, tüketim araçlarının daha ucuz ve yararlı kullanımını sağlayacak buluşlar peşinde koşuyor. O ülkelerin medya ve toplumları bu gelişmeleri izliyor, tartışıyor, destek veriyor.
Peki biz neyi tartışıyoruz?
İmam nikahını...
Ekran başında milyonlar pür dikkat... Usta televizyoncuların yönettiği özlü tartışmaları her gece pür dikkat izleyerek çok önemli bir konuyu milletçe çözümlemeye çalışıyoruz:
"Acaba imam nikahında ana baba izni şart mı?" Alimlerimiz henüz bu konuyu aydınlığa çıkartamadılar amma... Milletçe üzerinde duruyor, canla - başla ve hararetle tartışıyoruz... Bu meseleyi aydınlatırsak biz de kendi dünyamızda hayli önemli bir atılım yapmış olacağız...
Haydi
Din kisvesi altındaki kişilerce kandırılan Fadime Şahin'in isyanını televizyonlarda izlerken, dikkat ediyoruz tartışmalara katılan konuşmacılar koro halinde aynı şeyi söylüyor:
- Fadima Şahin tek olay değil... Bu tuzaklara yakalanmış daha nice genç kız var... Daha nice olay oluyor...Atatürk ve arkadaşları laik düzeni keyif için mi kurdular? Yoksa bugün yaşanan din istismarcılığının, Allah'la kul arasına girdiğini iddia eden kimi açıkgözlerin yarattığı karmaşanın önünü almak başka türlü mümkün olmadığı için mi?
- Efendiler! Ve ey ulus! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık yoludur...sözlerini söyleyen Atatürk Nutuk'un 896'ıncı sayfasında bakınız aynen ne diyor:
- Efendiler, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması, genellikle de tarikatlerle, şeyhlik, dervişlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık v.b. bir takım sanların kaldırılıp yasaklanması da "Takrir - i sükun" düzeninin sağlanması yasası yürürlükte iken yapılmıştır. Bu konudaki tutum ve uygulama toplum yapımızın hurafelere tapan ilkel bir topluluk olmadığını göstermek bakımından ne denli gerekli idi. Bu değerlendirilir.Bir
Necmettin Erbakan Kanal D'de önceki gece Güneri Cıvaoğlu'nun kendisiyle yaptığı röportajda öyle pembe tablolar çizdi ki... İzleyenler mutlaka "Allahım şu Hoca'nın aklını bir geceliğine bize ver de hiç değilse bu gece rahat uyuyalım" diye düşünmüştür... Öylesine umutlu ve pembeydi tablo...
Örneğin son 10 yılda 3,5 milyar dolarlık özelliştirme yapılmıştı... Ve Hoca'nın bu yılki denk bütçesinde 6 milyar dolarlık özellaştirme öngörülüyordu. Acaba 10 yılda yapılanın iki katı özelleştirme bir yılda nasıl yapılacaktı?
- Ohooo sizin haberiniz yok, dedi Hoca, özelleştirme çoktan başladı. Limanlar peşpeşe satılıyor. Bırakın herşeyi, devletin 10 milyar dolarlık arsasını satışa çıkarttık... Tek başına bu yeter...Dün sabah iktisatçı bir dostumuzu arayıp müjdeyi verdik:- Devlet 10 milyar dolarlık arsa satacakmış. Tek başına bu satış Türkiye'yi kurtaracakmış. Ne dersin?Dostumuz programı izlememiş. Müjdeyi alınca önce sevindi! Ancak biraz düşününce homurdanmaya başladı. Peşinden dedi ki:- Bak dostum, Türkiye'de arsaya yatırılacak 10 milyar, 5 milyar hatta 1 milyar dolar bile yoktur. Ama diyelim ki Sabancı, Koç, Doğan Holding, Enka Holding vesaire biraraya geldiler. Bu yıl yapacakları yatırımlardan
DSP'li dostlar dünkü "DSP'linin güncesi"ne alınmışlar. Peki halk onlara alınmıyor mu?.. ANAP, Susurluk olayının üzerine tam kadro giderken.. Eyüp Aşık'ı, Mehmet Keçeciler'i, Yaşar Okuyan'ı, Agah Oktay'ı tam kadro dört koldan ses verirken.. DSP ve CHP'nin sadece arada bir, lider ağzından sade suya tirit demeçlerle "yoklar"ı oynaması, sosyal demokratları alındırmıyor mu sanıyorsunuz?..
Sarıkamış'tan Hüsnü:
- Rüyamda Spielberg'in yönettiği bilim - kurgu filminde başrol oyuncusuyum. Dünyayı fethetmek isteyen uzaylıları anlatan filmin tanıtım toplantısında bir gazeteci, "Sayın Spielberg! Hollywood'da o kadar yetenekli aktör varken neden Hüsnü Bey'i başrolde oynattınız?" diye soruyor. Soruyu ben yanıtlıyorum. "Kardeşim" diyorum, "biz çocukluğumuzdan beri maalesef hep itile kakıla büyüdük. Evde, okulda, askerde yediğimiz sayısız dayak yetmezmiş gibi, yıllardır beceriksiz iktidarların elinde yerden yere vurulduk. Memlekette su yok, yol yok, dengeli beslenme yok.. Eh, tipimiz kaydı tabii. Sizin uzun makyaj çalışmalarıyla gerçekleştirdiğiniz tipler aslında bizim yörelerde normal insanlardır. Sayın Spielberg bunu herkesten önce keşfederek filmin maliyetini düşürdü. Zaten ben de ekmek parasına
- Bize süper yargıçlar lazım azizim... - Şöyle İtalya'daki gibi mesela
- Di Pietro diii mi? Nerede öyle savcılar azizim...Önce böyle iç çekişler... Peşinden uyanışlar:
- Ama yargı bağımsız değil ki azizim...
- Doğrusun, süper yargıç olsa ne yazar?Pekii... Eğer bizde "süper savcı"lar olsa, yargı da bağımsız olsa adalet tıkır tıkır çalışacak mı?
Soruyu Avukat Turgut Kazan'a soruyoruz...
- Fazla birşey değişmez, diyor, eğer polis suçluları, suç kanıtları ve tanıklarıyla birlikte mahkemeye sevketmezse yargıç ne yapsın... - Diyelim ki polis görevini yaptı. Savcı ve yargıç bağımsız. Adil bir yargılama mümkün mü?
- Yine hayır... Savcı ve yargıç dediğin tek başına adamlar.. Yargıladıkları insanlar ise organize... Mafyalar, çeteler...- O zaman ne lazım?