İş Bankası Kültür Yayınları, “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” ı yeni bir düzenlemeyle yayınladı. Atatürk’ün okurken işaretlediği kelime ve cümlelerin bir bölümünü bu son kitapta bulabiliyorsunuz.
Atatürk, dünyanın en çok kitap okuyan liderlerinden biridir... Özel kütüphanesindeki kitapların sayısı 4 bin dolayındadır... Bugün Anıtkabir Müzesi Kitaplığı’nda 2.151 adet, Çankaya Köşkü Kitaplığı’nda 1.741 adet, İÜ Kütüphanesi’nde 102 adet kitabı bulunuyor.
Anıtkabir Derneği Atatürk’ün okuduğu kitapları derleyerek 24 ciltlik bir eser meydana getirmişti. Bu eserde de 3997 kitap yer alıyor.
Özel kütüphanesinde Atatürk tarafından altı çizilerek veya not düşülerek işaretlenmiş 304 kitap bulunmaktadır. Bu kitaplardan 192’si Fransızca, 91’i Türkçe, 9’u İngilizce ve 12’si Almancadır.
Atatürk’ün kitapları genellikle tarih, hukuk, dil, din, askerlik, sosyoloji vb. üzerinedir. Edebiyat azdır.
Seher vakti toplar gümbürdüyor. Büyük Taarruz başlıyor.
Tarih 26 Ağustos 1922... Başkumandan Mustafa Kemal komutasındaki ordumuz işgalci Yunan ordusuna karşı büyük taarruzu başlatıyor. Şiddetli muhabereler Başkumandanlık Meydan Muharebesi’yle 30 Ağustos’ta sonuca ulaşacak, kazanılan zafer tarihe altın harflerle kazınacaktır.
Zafer Mustafa Kemal’in strateji dehası, komutanların ustalığı, ordumuzun kahramanlığı, halkın büyük özveri ile sağladığı maddi ve manevi destekle kazanılmıştır.
Büyük Taarruz’dan sonra Yunan orduları İzmir’e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla Anadolu işgalcilerden temizlenmiş oldu.
Biz, Birinci Dünya Savaşı’nın yenik devletleri arasında olup da esarete boyun eğmeyen ve istiklalini tekrar kazanan tek devletiz.
Almanya Türkiye’yi ilk ve son kez o dönemde kıskanmış, Alman basını Türkiye’nin bağımsızlık savaşını alkışlarken savaşta teslim olan ancak böyle bir refleks göstermeyen Alman halkını ve yöneticilerini eleştirmiştir.
Ülkemizin halkı, Birinci Dünya Savaşı’nı yenik
Batılı burjuvaların Türkiye’ye bakışı geçmişte bugünkünden farklı mıydı?
Bu bakış dostluk ve samimiyet içerir miydi?
Yoksa baştan aşağı bencillik ve aldırmazlık hatta düşmanlık mı içerirdi... Alman yazarı Goethe’in ünlü eseri Faust’ta bu soruların yanıtını görebiliriz.
FAUST adlı eserinde Goethe iki burjuvayı konuşturur...
Burjuvalardan biri şöyle demektedir:
“En iyisidir bence pazar ve bayram günleri,
Savaştan konuşmak, bir de savaş çığlıkları atmak,
Uzak bir ülkede, Türkiye’de,
Ülkemizde kişilere en kolay vurulan damgalardan biri de “vatan haini”dir. Peki vatan haini olmak kolay mıdır? Artık tarihte kalmış bir olayı nakledelim...
12 Eylül’ün darbeci lideri Kenan Evren Manisa’da konuşuyor:
“Biz çok aydınlar görmüşüzdür, vatan hainliği yapmışlardır. Bazı şairlerimiz vardı, yurt dışına kaçtılar. Ve başka bir memlekete sığınıp orada öldüler. O aydın değil miydi? Ne yapayım böyle aydını. Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez. Son padişah Vahdettin de aydındı, cahil miydi? Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ne yapayım öyle aydını?”
★★★
Kenan Evren bu konuşmayı ünlü aydınlar dilekçesi üzerine yapmıştı. İki binden fazla aydının imzaladığı o dilekçe “demokrasiye dönüş” çağrısı yapıyordu. İmzacılardan biri de Mülkiye’den hocam Tahsin Saraç idi. Şair, yazar, akademisyen Tahsin Saraç, savunmasında bakın ne demişti:
“Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılabilir ama devlet başkanı olduğu kesindir, tartışılamaz. Çünkü sayın
Bizim arkadaş bavullarıyla yurt dışından gelmiş. Taksiden inerken şoför oturduğu yerden uyarmış:
- Bagajı biraz geriye çekip öyle açacaksınız yoksa takılıyor...
Arkadaş denileni yapmış... Bagajı dikkatle açmış. Bavulları alıp bagajın kapağını özenle kapatmış. Şoföre işlem tamam işareti yapmış. Taksiyi yolcu etmiş. Dedi ki:
- Türkiye’ye her gelişte hayretler içinde kalıyorum. Dünyanın her yerinde taksinin bagajına eşyayı şoför yerleştirir, gidilen yerde şoför indirir. Japonya’da dahası var. Siz taksiye binerken şoför iner kapıyı açar, başınız çarpmasın diye kapının üstünü eliyle kapatır, ineceğiniz yerde de inip kapıyı açar, bagajı da açıp yükünüzü indirir. Japonya’da ne lokantalarda ne taksilerde çalışanlara bahşiş verilir. Çünkü herkes işini iyi yapmak zorundadır. Bahşiş almak hakaret sayılır. Türkiye’de maalesef şoför oturduğu yerden kımıldamıyor bile... Ama bazısı yine de sizden bahşiş bekleyebiliyor...
İstanbul’da taksici dernekleri vardır… Onları sürekli zam isterken
Tüketim hastalığının bir adı da “Diderot etkisi”dir...
Hikayesini öğretmen Mustafa Karadaş anlatıyor...
18. Yüzyıl düşünürlerinden Fransız yazar ve filozof Denis Diderot’nun borç içinde olduğunu duyan Rus imparatoriçesi Büyük Katerina, Diderot’nun kütüphanesini satın alıp 25 yıllık maaşını da peşin ödeyerek onu zor durumdan kurtarır.
Maddi durumu düzelen Diderot’ya bir arkadaşı çok şık bir kadife sabahlık hediye eder. Giydiği yeni sabahlığın verdiği keyifle çalışma masasına oturan Diderot bu eski masanın yeni ve gösterişli sabahlığına hiç uymadığını fark eder. Aldığı yüklü miktar paranın verdiği rahatlıkla yeni bir çalışma masası alır. Ancak bu kez yerdeki eski halı sabahlığına ve masasına yakışmamaktadır.
Yeni bir halı alır.
Bu şekilde eski resimlerini, koltuğunu, duvar halısını, sandalyelerini derken evindeki her şeyi tamamen yeniler. Sonunda bütün parası biter ve yine borçlanır. Ancak o zaman aklı başına gelir ve kendisini nasıl bir tüketim çılgınlığına kaptırdığını anlattığı “Eski
Rahmetli Erdal İnönü bir kokteylde Lübnan Büyükelçisi’yle konuşmaktadır. Büyükelçi sürüp giden iç savaşın biteceğinden ve Lübnan’ın huzura kavuşacağından umutsuzdur. Sebebini Erdal İnönü’ye şöyle anlatır:
“Yıllarca önce ben gene Türkiye’de, büyükelçiliğimizde görev yapıyordum. Babanız o zaman muhalefet partisi başkanıydı. Ulusal günümüzde bizi kutlamaya geldi. Ben karşılayıp yanında bulundum. Bana iltifat etti, sonra ‘Lübnan’da durum nasıl?’ diye sordu. ‘Çok iyi ekselans, ekonomimiz ileri durumda, gelişiyoruz’ dedim. Bana inanmadan baktı, “Sizin geleceğinizi iyi görmüyorum” dedi.
Ben şaşırdım, ‘neden ekselans?’ dedim. O zaman dedi ki:
‘Komşularınızın sizin topraklarınızda gözü var, tarihten gelen arzular bunlar. Sonra büyük devletlerin bu yöredeki çıkar çatışmaları ülkenizdeki din ve mezhep farklılıklarını körükleyip ortalığı karıştırıyor. Sizin bu tehlikelere karşı
İzmir ve Manisa’dan sonra Bursa’da da çiftçiler domates eylemine girişmiş. Domatesin tarlada 2 liraya kadar düşmesi üzerine çiftçiler otomobil ve traktörlerle konvoy oluşturarak
D 100 otoyolunu kapatmışlar. Jandarma müdahale ederek yolun açılmasını sağlamış.
Fransa’da çiftçiler benzer eylemlerde yolu tamamen kapatmaz ama çok ağır ilerleyerek trafiği kaplumbağa hızına düşürürler. Kurallara aykırı davranmadıkları için güvenlik güçleri bir şey yapamaz.
Gelelim 2 liralık domatese...
Bildik bileli manzara değişmiyor... Ürün tarladan manava gelene kadar on kat, yirmi kat pahalanıyor. 2 liralık domates bugün şehirlerde 40 - 50 liradan satılıyor. Arada birileri büyük kârlar sağlıyor. Aracıyı kaldırma masalı yıllardır parti programlarında yer alır. Politikacıların ağzındadır. Ama aracının malı götürmesini kimse engelleyemez. Çünkü aracı siyasette çiftçiden güçlüdür.
Çiftçinin en büyük kozu kooperatifleşmedir. Ne var ki ne iktidar ne muhalefetin