Şu sırada herkes İdlib’i konuşuyor...
Peki, Fırat’ın doğusu ne olacak?
ABD orada bir ordu kurmak ve Kürt devletçiği oluşturmak istiyor...
Esad ise PYD/YPG ile ya savaşacak ya federasyona benzer bir sisteme yönelecek. Ama kendi toprağında bir başka ordunun kurulmasına kesinlikle izin vermeyecektir.
Türkiye’nin çıkarı Esad’la barışmak ve anlaşmakta.
Ne var ki İsrail bile Esad’ın görevde kalmasına razı olmuşken, Ankara bir türlü Esad’la barışmıyor. Neden? Sebeplerin en büyüğü şu... Türkiye, Suriye işinde ÖSO başta olmak üzere cihatçı kimi guruplara angaje... ABD onlara çoktan sırtını döndü. Ankara dönemiyor.
Cerablus ve Afrin’i de onlarla birlikte aldık. Maaş veriyor, ailelerine bakıyoruz. Esad’ın onları kabul etmesi mümkün değil. O yüzden Esad’la barışamıyoruz. Kendi topraklarımızda eğitip donattığımız bu unsurlar bugün ulusal çıkarlarımızın yolunu tıkayan ayak bağı oldular...
KEMER
CHP’nin geçen dönem milletvekili ve halen Parti Meclisi üyesi olan Haluk Pekşen çarpıcı bir açıklama yaptı Twitter kanalıyla... Dedi ki:
“CHP Parti Meclisi’nde sunumu yapılan rapora göre, 2.5 milyon sahte oy kullanılmıştır. Aradan 7 gün geçti ve ben bu rapora ulaşmayı başaramadım.”
Haluk Pekşen’in sözünü ettiği raporu PM toplantısına sunan araştırma şirketi Polimetre’dir.
CHP, ODTÜ bağlantılı bu şirkete seçimlerle ilgili araştırma ısmarlamış, sonuçlar PM’nin son toplantısında açıklanmıştır.
Haluk Pekşen’e göre, şirket son seçimde 100 bin sahte oy kullanıldığını açıklamış, bu sayının 2.5 milyona kadar uzandığı görüşünü öne sürmüştür.
Şirketin “polimetre.org” adlı bir internet sitesi var. O sitede CHP ile ilgili araştırma yer alıyor ama nedense sahte oy bölümü yer almıyor!
Haluk Pekşen sahte oy rakamlarını CHP Genel Merkezi’nden defalarca istemiş. Ancak sonuç alamamış.
Soru: Polimetre’nin raporunun tümü neden açıklanmıyor?
Yollar hafta sonunda yine kan gölüne döndü...
Dehşet verici trafik faciaları yaşandı.
Bu arada geçen hafta ilginç bir olay oldu. Bulgaristan’da 17 kişinin öldüğü bir otobüs kazası sonucu üç bakan birden istifa etti. Ulaştırma Bakanı İvaylo Moskovski, Bölgesel Kalkınma Bakanı Nikolay Nankov ve İçişleri Bakanı Valentin Radev kazanın üzerinden çok geçmeden istifalarını verdiler.
Bakanlar siyasi sorumluluk ve başlatılan soruşturmaya katkı amacıyla istifa ettiklerini bildirdiler.
Bizde her gün onun iki katı insan yollarda ölüyor. Bırakın bakanları... Bir genel müdür veya bir trafik müdürünün istifa ettiği görülmüş değil... Ne de hatalı yol yapan bir müteahhidin soruşturulduğu...
İnsan canı bir müdürü koltuğundan oynatacak kadar değer taşımıyor...
Vatandaş da trafik kazasını artık ecel sayıyor, sorumluların peşine düşmüyor. Buna Ortadoğululuk deniyor...
BEŞTEPE
Türkiye’nin kâğıdı yok. Kâğıt üretmiyoruz. Çünkü fabrikaları yağmaladık. Nasıl mı? Bir örnek...
Giresun’daki AKSU Kâğıt Fabrikası’na 60 milyon lira değer biçilirken, iktidar 2003 yılında bu kuruluşu 5 milyon liraya Milli Gazete’nin yan kuruluşu Milda’ya sattı...
Şirket fabrikayı işletemedi. Makinelerini 2010’da 11 milyon liraya hurdacıya okuttu.
2013 yılında hükümetin talimatı ile Giresun İl Özel İdaresi, SEKA Kâğıt Fabrikası’nın 684 dönümlük arazisini 68 milyon liraya Milda’dan satın aldı, TOKİ’ye verdi.. Toki arazi üzerine konut inşa etti.
Sonuçta Milda, 5 milyon liraya aldığı fabrikadan toplam 79 milyon lira gelir elde etmiş oldu. Ama fabrika yok oldu. Ülkenin temel direği olan diğer sanayi ve tarım kuruluşları benzer uygulamalarla yoklara karıştı. Kendi kendimizi kurşunladık.
YAYIN
Kitap piyasasında durum nedir? Uğur Mumcu Vakfı yöneticisi Özge Mumcu anlatıyor: “Bugün tüm yayıncılar dolar veya euro’ya bağlı kâğıt almak durumunda. Ödemeleri o günkü pariteye bağlı olarak yapmak durumundayız. Taksit yok. Ama kitapevlerinin aldıkları kitabın parasını bize ödemesi en erken 4 ayda mümkün oluyor.”
Yayıncıların beklediği bir çözüm var...
Gazete kâğıdının tonu 750 euro’dan 900 euro’ya yükseldi. Euro’nun TL karşısında değer kazanması sonucu kağıt fiyatları gazeteleri müthiş şekilde zorlamaya başladı.
Türkiye’de kâğıt üretimi 18 Nisan 1936 yılında SEKA’nın merdanelerinin dönmesiyle başlamıştır.
Atatürk’ün İzmit Kâğıt Fabrikası’nda üretilen yerli kâğıda basılan 19 Mayıs 1936 tarihli Ulus gazetesini incelediğinde söylediği şu söz tarihe geçer:
“Medeniyet hamuru...”
Kâğıt, kültür bağımsızlığının ana ögelerinden biri sayılır.
Bu mutlu olaydan 80 yıl sonra bugün...
Türkiye kâğıt üretemediği gibi artık kâğıt alacak dövizin temininde de zorlanıyor. Bilvesile Cumhuriyet aklının ve ulusal sanayinin önemini kavrıyor olsak bari...
Afiyetle yiyoruz!
Zafer Bayramı, 1922 yılında 26Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.
Büyük Taarruz’dan sonra Yunan orduları İzmir’e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla topraklarımız Yunan işgalinden temizlenmiş oldu. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nın yenik devletleri arasında olup da esarete boyun eğmeyen ve istiklalini tekrar kazanan tek devlettir.
***
Türkiye’nin batısı üç yıl Yunan işgali altında kaldı. Köyler, kasabalar, şehirler yakıldı, yıkıldı. Yunanlılar özellikle çekilirken görülmemiş zulme başvurdular.
Büyük Zafer’den sonra Ege’yi gezen Falih Rıfkı Atay’a Uşak’ta anlatılanları dinleyelim:
“Hepimiz evlerimize kapandıktı... Yunanlılar birkaç dinsiz bulmuşlar. Bu herifler birkaç defa ‘Dışarı çıkın, bizimkiler geldi’ diye bağırdılar. Hepimiz sokaklara döküldük. Yunanlılar: ‘Demek Türkler geldiği vakit böyle sevineceksiniz’ diye çoluk çocuk ellerine kimi geçirdilerse süngülediler,
ABD’ye misilleme olarak düşünülen öneriler arasında eski AKP milletvekili Cevdet Erdöl’ün “Amerikan sigaralarını boykot edelim” çağrısı da var... Prof. Cevdet Erdöl’ün geçmişte sigara yasağı konusundaki çabalarını takdirle karşılamıştık. Bu defaki önerisi de iyi niyetli olabilir. Ancak uygulama olanağı var mı?
2000 yılında Türkiye’nin değişik yörelerinde 450 binin üzerinde aile tütün üretirdi. Yılda 290 bin ton tütün elde edilirdi. Bununla içeride sigara üretilir, dışarıya ihracat yapılırdı.
Üretici aile sayısı bugüne dek 450 binden 35 bine, yıllık üretim 290 bin tondan 62 bin tona geriledi.
Sigara pazarına gelince...
2001 krizinde İMF bastırdı, TEKEL’i özelleştirme kararı alındı, tütün üreticisi desteksiz bırakıldı, pazarı yabancılar hızla ele geçirdi...
Özelleştirme adı altında Türk tütünü ve sigara sanayiini yok etme programı baştan sonra AKP iktidarı döneminde uygulandı. Pazarın artık yüzde 90’dan fazlası Philip Morris, BAT, JTİ gibi yabancı şirketlerin hakimiyetindedir...
Artık ne tütünümüz var ne sigaramız. Ne de boykot yapacak halimiz...
İstanbul’un incisi adalarda cumartesi pazar günleri adım atacak yer yok. Son birkaç yılda bu kaosa bir de elektrikli araçlar eklendi. Bazıları kamyonet büyüklüğündeki bu araçların sayısı mantar gibi artıyor. Belediye bir ara sadece ihtiyaç sahibi olanların bu aracı kullanmasına izin vermişken ipin ucunu bıraktı. Heybeliada’dan bir yakınımız, Ferda Kolçak Köstendil yazıyor:
“Adalarda tek ulaşım aracı da düne kadar faytondu. Heybeliada’da faytonların sayısı 30 ve faytoncular da çoğunlukla yaşlı ve adada oturan kişiler. Ancak at ahırlarının durumu çok kötü, son derece bakımsız ve derme çatma. Hayvanseverlerin bence oradan başlaması daha doğru olurdu. Kaldı ki at arabalarına bir formasyon verilirse hiç de iptal edilecek bir ulaşım aracı değil. Viyana’nın, Prag’ın, Peşte’nin, Londra’nın merkezlerinde bu araçlar, görsel olarak çok şık olup kişilere hizmet vermeye devam etmektedirler.
Ancak bunların yerini şimdi akülü araçlar aldı. İlk önce sadece ihtiyaç sahibi olan engelli ve hasta kişilere verilen bu araçlar, şimdi bakkalın eve teslim aracı olmanın yanısıra, gençlerin ve ailelerin de ulaşım aracı oldular. Yollarda verdikleri sıkıntı, merkezdeki dolaşımı engellemeleri, park yeri