Elimde kayınpederin hediye ettiği fotoğraf makinem, sokak sokak dolaşıyorum. Ara Güler gibi ne görsem basıyorum deklanşöre. Her gün geçtiğim sokaklar, her dakika gördüğüm apartmanlar, önlerinde bir sürü anımın olduğu köşeler, siluetler.
Bildik yerler hepsi kısacası. Ama işte vizörden bakınca sıfır numara fotoğraflamalık, bol bol buruşuk suratlı yaşlı, sümüklü güzel gözlü çocuk barındıran, martısı vapuru falan süper manzaralı kelepir bir şehrimiz İstanbul.
“Hiç tanımıyormuş gibi çek panpa” derken kafa sesim, bir anda hello mello demeye başladı çocuklar. Anında turist olduk. Vay be bir makine, bir kapüşon, bir güneş gözlüğü yetiyor bu ülkede yabancı olmak için dedim kendi kendime. Ama “turistlik” eski kafa. Yeni trend ‘expat’ kafası. Yani yurt dışına turist olmaya değil çalışmaya gitmek.
***
CNN’in 2016 yılı dünyanın en iyi expat şehirleri listesine bir göz attım geçen gün, biri paylaştı herhalde, kucağıma düştü. Yazıyı özetlersem, suya sabuna dokunmadan paşa paşa çalışıp yaşanabilecek en baba şehirler sondan başa doğru şöyleymiş:
Toronto, Bern, Berlin, Wellington, Amsterdam, Sidney, Kopenhag, Cenevre, Frankfurt, Düsseldorf, Vancouver, Münih, Oakland, Zürih, Viyana.
Medeniyetin kalbi buralarda atıyor olmalı. Ben de sağdan soldan duyuyorum bu expatlığı. Dubai çok güzel diyor mesela insanlar. Bir sürü tanıdığım var orada çalışmakta olan. Parası iyi, şartlar güzel, yan haklar güzel. Hafta sonları Maldivler çok yakınmış. Dubai bir harika.
Bir arkadaşım Panama City’ye gitti çalışmaya. Tanınmış bir global şirketin çok önemli bir pozisyonuna kabul edildi. Burası harika diyor. Her hafta Kostarika, Kolombiya, Bahamalar’a gidip geziyor. Her karede palmiye ağaçları denize eğiliyor, kıskanıyoruz.
Kimi Singapur’u övmekte, kimi Hong Kong. Çin’e gidip, adını hakikaten ilk kez duyduğum bazı şehirlerde yaşayan, burası çok güzel diyenler de duydum. Çünkü filanca markaların fabrikaları hep oradaymış.
Ne bileyim Cape Town da harikaymış dediler mesela. Bütün evler dikenli duvarla sokaktan ayrılmış olabilir ama expat olduktan sonra her yer güzel.
***
İstanbul’a haksızlık etmiş liste. Yurt dışına gidemeyenler üzülmesin. El âlemin ülkesinde olamıyorsanız, kendi evinizde expat olun. “Hiç öyle şey olur mu” demeyin. Bal gibi olur.
Kendini “Farz et ki expat’ım ben burda” diye yeniden tanımlıyorsun, sonra olaylar gelişiyor. Farz et ki burası Dubai, sen de çalışmaya gelmiş bir profesyonelsin. İşini yap, ötesini düşünme.
Ye iç eğlen, müzeleri, tarihi yerleri gez. Sergi sergi dolaş İstanbul’u. Hafta sonu Belgrad Ormanı’nda koş. Boğaz’da güzel kahvaltı. Biraz sahaf kitapçı karıştır. Vedat Milor’un önerdiği kebapçının peşinde koş. Boğaz’a inip yerel dostlarınla güzel bir öğle rakısı yap. Türk ve Osmanlı mutfağını tat.
Gelenekten sıkılırsan, arkadaşlarınla buluşup bir iki bira iç akşama doğru bir pub’da. AVM’lerden, büyük tesislerden pek ayrılma ki canın sıkılmasın.
Arabandan mümkünse inme. Evden işe, işten eve, garajdan garaja inersin çok gerekliyse. Belki bir sinemaya veya son dönem konuşulduğunu duyduğun iyi bir oyuna gidersin akşam. Ardından güvenlikli siteye dönüş ve evde serbest zaman.
Televizyona bakma, gazete okuma. Netflix var nasılsa, yabancı kartla girince her şeyi izleyebiliyorsun. Türk kartı bir yere kadar. Ertesi sabah iş, toplantılar, konferans call’lar, geri dönüşler, 2018 projeksiyonları, yeni müşteriler için brain storming seansları. Akşam iş çıkışı dinner party. Sabah erkenden CIP’te buluşma, Cenevre’de iş yemeği akşama operaya biletim var.
Yoga, pilates, en yeni teknolojiler, trendler, 10 gün bekletilmiş özel bonfileler... Wall Street Journal’lar elimizde, iPhone’lar cebimizde, laptop’lar dizimizde, yaşayıp gideriz biz long weekend’lerimizi Londra’da, Bodrum’da, Courcheval’de...
***
Elimde fotoğraf makinesi, bastım martıya, bastım Kız Kulesi’ne, bastım Topkapı sarayı siluetine. Şlak şlak şlak! Beşiktaş’a bambaşka biri olarak adım attım.
Minibüse bindim, Yıldız’a gelmeden gerçek hayata geri döndüm.