Günümüzde bir yazıyı kimin yazdığı artık okuyucu için hiç önemli değilmiş. Bir haberin altındaki imza da kimsenin umurunda değil. Önemli olan aslında yazı ya da haberin kendisi de değil. Önemli olan, bu malzemeyi kimin paylaştığıymış.
“Ne iş yapıyorsun?”
“Paylaşıyorum.”
Bugün geçerli bir yanıt sizin anlayacağınız.
Teknoloji blogu Mashable’da yer alan haberi ilgiyle okudum. Araştırmalara göre bugün medyanın güvenilirliğini paylaşanlar belirliyor.
Mashable’ın Facebook’ta yaptığı araştırmaya göre kimsenin ne tam olarak yazıyı ne da bu yazıyı yazanı hatırladığı ortaya çıkmış. Sadece hayal meyal “Bizim Hamdi abi paylaşmıştı galiba” düzeyinde bir gaz bulutu var insanların zihninde.
Bu tabloya her dakika paylaşılan onlarca son derece önemli (!) son dakika haberini de eklerseniz, günün sonunda yatağa yattığımızda “N’oldu ya şimdi bugün özetle neyi anladık, amaaan neyse hadi iyi geceler” diyoruz ve konu kapanıyor. Sabah tantana kaldığı yerden başlıyor.
“Televizyon izlemiyorum ben”den geldiğimiz nokta loş bir evde güzel bir müzik dinleyerek kitap okumak olmadı elbette. Ekranın yerini timeline aldı (hatta çoğu zaman iki ekranlı artık hayatımız).
***
Paylaşana göre karar vermek Türk insanına ne kadar da uygun bir sosyal medya gerçekliği. Biz ilacı doktordan değil komşudan tavsiyeyle alan milletiz. Demek dünyaya ihraç etmişiz bu özelliğimizi.
Üstelik değerli okurlar dünyaya ihraç ettiğimiz tek şey bu da değil. Şu ara bazı alanlarda çok popüleriz. Mesela siyasi kavramlar konusunda.
Gelen bilgilere göre, ABD’de Trump’ın seçilmesinin ardından “Deep State” lafı giderek daha fazla kullanılır olmuş. Bizim “derin devlet”in tam çevirisi. Zaten artık siyasal literatürde ve sözlüklerde de “Türkçeden doğrudan çeviri, bu ülkede devlet içindeki bazı yapılanmaları anlatmak 90’larda sıkça kullanılmış terim” deniyor. “Başta istihbarat ve ordu gibi devlet kurumlarının ve bürokrasinin içinde yer alan güçlü kişilerin hükümeti kontrol etmek için bir araya gelerek oluşturduğu yapı” şeklinde açıklanmış. Dünyaya hayırlı olsun. Hayrını görürler inşallah.
***
Son bir bilgiyle bitireyim yazıyı. İtalya, basının gerçekten de “basılı” olarak güçlü olmaya devam ettiği tek ülkeymiş. Gazeteler hâlâ pazar dergileri, hafta içi gezi ekleri, moda ilaveleri veriyormuş. Hâlâ haftalık haber dergileri satılıyor, hâlâ türlerine göre her biri farklı konulara odaklı onlarca hatta yüzlerce dergi varlığını sürdürüyor, kâğıttan okumaya verilen değer azalmıyormuş.
Hakikaten, gidin Roma’ya, sokakta yürümeye başlayın, adım başı bir tane “edicola” görürsünüz. Köşe başlarındaki, meydanlardaki bu kiosk’larda gazete, dergi, çizgi roman, bulmaca dergisi, kitap, rehber ve aklınıza gelebilecek basılı her şey satılır. Çünkü bunlar hâlâ basılıyor İtalya’da.
Haberi kâğıttan okumayanlara dinozor dendiğini biliyorum ama müziği plaktan dinlemek gibi basılı gazeteyi eline alıp sayfaları çevirmenin de okuduğunu anlamakla bir ilgisi var. Aksi takdirde, timeline’dan akıp gidiyor her şey boşluğa doğru.