Tablet ve bilgisayarı kabine almak yasakmış artık ABD’ye ve İngiltere’ye giderken. Yani bize yasakmış. ‘Bağzı’ Müslüman ülkelere...
Bavula koymak gerecekmiş bundan sonra. Teröristlere karşı güvenlik önlemiymiş. Bu güvenliklerin ucu hep bize dokunuyor. Kaderimiz böyle demek. Önce su şişeleri, parfümler, deodorantlar gitti, şimdi de bu.
Fakat bir millet şokta. “Neden İsviçre’den, Avusturya’dan, Norveç’ten kalkan uçaklarda serbest de bize yasak?” diye soran var. Allah allah acaba neden? Neyse oralara girmeyeyim. Soruyu herkes kendisine göre yanıtlasın.
Ve bir millet yıkılmış durumda. “Artık çalışmayacağız uçakta!” diyorlar. Sanırsınız bazılarımız uçakta maillerini temizleyemeyecek, dizisini seyredemeyecek diye ülke çökecek.
Yasaklar listesine baktım. Dizüstü bilgisayar, tablet, kindle vb gibi aletler dışında yasaklılar arasında ‘travel printer’ var. Seyahat boyutunda printer (!) alan var yanına demek ki uçağa. Ben denk gelmedim ama büyük arıza yapardım herhalde. Yanında printer’la gelen uçağa binmesin bana kalırsa, demek ki çok meşgul bu kişi. Otursun işini yapsın, bu kadar acilse kâğıt çıkışları. Neyse ki artık böyle bir tehlike yok, insanın Trump’a teşekkür edesi geliyor. Düşünsenize, yanınızda biri oturuyor, 10 saatlik New York seyahati boyunca ha bire çıkış alıyor. Olmaz olsun böyle medeniyet.
***
Bu “Ben nerdeysem ofisim de evim de orası” hadisesinin ilk üç beş yılını ben de destekledim değerli okurlar ama iş çoktan çığırından çıkmış, haberimiz yok. Birisi yazmış geçen gün ‘iPad’siz artık uçakta Spotify’daki listelerimi dinleyemeyeceğim” diye şikâyet ediyor. Spotify’ı sadece iPad’de olan bir şey sanıyor. Kabinde cep telefonu serbest (henüz). Kulaklık da serbest (henüz). Tak kulağına bas play’a dinle. Hem çok moderniz, “Uçakta iPad’siz yapamam şekerim” derecesindeyiz, hem de bilmiyoruz işte.
Benimkisi uyuzluk. Biliyorum. Hepiniz çok çalışmak istiyorsunuz ve bunu yapamayacağınız için çok bedbahtsınız, ama boş verin. 10 saatlik uçuşta da (Londra 4 saat bu arada) mola verin, dinlenin, düşünün, hayatını anlamını sorgulayın ne kaybedersiniz? Hatta kafayı cama dayayın, biraz boş boş dışarı bulutlara bakın, gerekirse SIKILIN.
Sıkılmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlayan var mı? Bilgisayar ve sosyal medya bu eski geleneğimizi de elimizden aldı. ‘Siftinmek’ derdi bir değerli arkadaşım. Zaman geçirmek, oyalanmak demek ama benim lügatimde biraz da boş boş sıkıla sıkıla dakikaların saniyelerin hakkını vermek demek.
Zamanın hakkını vermek hiçbir şey yapmayarak da mümkün. Hatta zamanın farkına varıyor, daha bir varıyor insan sıkıldığında. Hani derler ya: “Öyle eğlendim ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım”. Bu çok korkunç bir şey olabilir bir yandan da. Anlamadan geçmiş gitmiş zaman. Halbuki sıkılarak zaman geçirince dakikalar, yıl gibi, her tik her tak sonuna kadar dolu dolu.
Bir keresinde şöyle bir konuşmaya denk geldim. Telefonun diğer ucundaki “Abi kim kimsiniz?” diye soruyor. “Ali, Veli, Ahmet, Fatma... N’apıyosunuz? Hiç oturuyoruz.” Oturmak diye bir şey vardı ya Türkçede. Sadece oturmak. Hangi ara uçak kabinine printer sokan insanlar olduk biz?
Otur sohbet et. Yandakine merhaba de. Konuşmazsa da olsun, öteki yana döner sıkılırsın güzel güzel.
Tamam Trump yasakları bunlar, gıcığız Trump’a, sevmiyoruz onu. Ama üç beş saat bilgisayarsız ölmezsiniz. Ölmeyiz. Ayrıca telefonumuz hâlâ var işte. Telefonların boyutu da iPad kadar zaten artık.
Çözemeyeceğimiz şeyleri çözmeye enerji harcamak, her akıl yürütmenin sonunda o malum yere vararak susmak yerine bu defa farklı bir şey yapabiliriz, eskiden ne yapıyorduk onu hatırlamaya çalışabiliriz mesela.
Kitap, dergi okuyun. Gazeteleri, küçük ilanları hatmedin, o ‘Bayandan az kullanılmış Golf’ü, hasarlı Doblo’yu kim satıyor, kim alıyor bunlara odaklanın. Biraz da böyle takılın. Sabredin, geçer bu günler.