Geçenlerde bir haberde şaşkınlıkla ve biraz da negatif bir yaklaşımla Ankara’nın Kızılay semtindeki Somali mahallesinden söz ediliyordu. Somalililer burada kendi dükkânlarını açmışlar, herkes Somalice konuşuyormuş, Somalili bakkal, berber varmış. Ne büyük bir şaşkınlık. 2021 yılında hâlâ buna şaşıran, bunu garipseyen insanlar olması dikkate değer. Nereden geldiler, hangi yasal statülerde buradalar, hangisi kaçak, hangisi değil, bunu bilemeyiz.
Ancak Türkiye gibi elini kolunu sallayanın girip çıktığı bir ülke de olsanız, Almanya gibi kapılara kilit takıp bekçiyle, polisle de korusanız, fark etmiyor. Gelecek olan geliyor. Belediye destekli pasaport alıp gene geliyor.
Bakın Somali mahallesine, Suriye sokağına, Afgan esnafa şaşıran, hayret edene bir örnek Londra’dan vereyim. Kentin doğu bölümünde ve kuzeyde belli sokaklara, ana caddelere gittiğinizde kendinizi Ümraniye’de ya da Bayrampaşa’da hissedebileceğiniz çok yer var. Ben bazen fazla İngilizlikten bunaldığımda ve memleketi özlediğimde sosyal medyaya bakıp içimi karartmak yerine (çünkü bu kavga dövüş aslında memleketin gerçeğini çok da yansıtmıyor bana kalırsa, bu ayrı bir tartışma) Dalston’da geziniyorum biraz. Umut 2000 Ocakbaşı (bazılarına göre Türkiye’deki benzerlerinden daha iyi), Mangal II (dereotlu mayonez ve uskumrulu balık ekmek şahane) derken bir anda Türkiye’ye gelmiş oluyorum.
Hafiften İngilizleşmemiş, menüsüne deneysel renkler katmamış, tam tamına Türklük aradığımda da Harringay var.
İkitelli’de gazete çevresinde öğle yemeği yediğimiz mekânları anımsatan onlarca bol kepçe lokantası, irili ufaklı kebapçı ve börekçi var burada. Terzisi, boyacısı, muslukçusu ve bilumum farklı farklı esnafı saymıyorum.
Hiç İngilizce bilmeye, konuşmaya da gerek yok. Market desen Türk ürünü dolu. Beyaz peynirin, sucuğun âlâsı var. Yaprak sarma bile bulabiliyorum istersem.
Ayrıca Leyla’ya Eti Puf’u tanıttım, bayıldı. Türk yemeği olarak adlandırıp sevdiği tek şey Eti Puf.
Merak ediyorum, Ankara’da, İstanbul’da Afrikalıların, Suriyelilerin veya farklı milletlerden göçmenlerin yoğun olduğu sokaklara hayret edenler, Londra’daki bu Türk mahalleleri için ne düşünür? Almanya’da, Fransa’da, Avrupa’nın dört bir yanında olduğu kadar, denizaşırı ülkelerde de bolca karşılaştığımız Türk mahalleleri, sokakları bizim nasıl içimizi ısıtıyorsa ve yönetimler buralara
nasıl tolerans gösteriyorsa, aynısının kendi ülkemizde olmasını neden garipsiyoruz hâlâ bu devirde?
Üstelik, garipsemenin, hâlâ bu tip gelişmelere düşmanca bakmanın bir çözüm olmadığını da anlamak gerekiyor. İnsanlar pek çok sebepten göç ediyor ve bu durum şehirlerin çehresini yüzyıllardır değiştirmeye devam ediyor. Türk insanının ve Türkiye’nin farklılıklara şaşırmak yerine, kabullenip, içselleştirip, o farklı kesimlerle sağlıklı ilişkiler kurması lazım. Bunu bir zenginlik olarak görüp, bu insan kaynağından iyi, güçlü ve yeni bir şey çıkarması lazım.
Yok, bunu yapmayacaksak, o zaman sen ülkendeki bütün olumsuzlukları Suriyelilere fatura et, başkaları da aynısını başka yerde sana fatura etsin. Hayat da böyle devam etsin. Bunun devam edecek, sürdürülecek bir yanı yok. Somali mahallesine şaşırmayın, gidin bir gezin, iki lokma bir şey yiyin, sohbet edin.