Londra sıcakla boğuşuyor değerli okurlar. Siz bu satırları okurken Tottenham Court Road, Ağustos sıcağında bir Mecidiyeköy’ümüz gibi tepesinde bir ısı, egzoz, ter buharı bulutuyla buram buram tütmekte. Soho’dan Leicester Square’e doğru yürümek için mesela hayli cesur (ve deli) olmanız lazım çünkü gölgeden gitmeyi başarsanız bile kalabalığa girdiğinizde bir nem bulutu etrafınızı sarıyor. Ayrıca insan neden Leicester Square’e gitsin turist değilse. Ters taraf daha iyi, şöyle Fitzrovia’ya doğru. Oxford Street’in arkalarında gölge araya araya Goodge Street’e gelmişim kan ter içinde. Hala güneş.
Doğu’ya doğru Old Street’ten başlayıp Shoreditch’e yürüyeyim dedim her zaman yapığım gibi, ama kendimi saçma sapan bir mağazada yeni sezonun kazaklarına bakarken buldum. Klimalı diye girdim. Herkes benim gibi. Dışarıda hava 32 derece biz kazak bakıyoruz.
Metrolardan hiç bahsetmeyeyim. Aşağı inen merdivenlerde serin bir rüzgâr yakalarsanız ne ala. Yoksa cehenneme hoş geldiniz. Trenin içi tam anlamıyla fırın. Karşımda oturan iki kız sinir krizi geçirerek havalandırmanın düğmesini bir sağa bir sola itip duruyorlar. Kuzey Hattı’nda bulunan trenler (Northern Line çok faydalı ve pratik bir hat ama eski, ayrıca sağır olmamak için kulak tıkacıyla binmeniz gerekiyor) eski model olduğundan buradaki havalandırma da işte böyle sağa sola ittirmeli bir düğmeyle çalışıyor.
Normalde gürültüsünden kaçmak için uzak durduğumuz, bir kamyon gibi çalışan klimanın etrafında toplaştık. Herhangi bir yere ve birbirimize dokunmamaya çalışarak, üzerimizdeki gömleklerin vücudumuza değmeyeceği doğru açıyı arayarak hareketsiz ayakta kalmaya çalışıyoruz. Ama tren yer viraja girdiğinde sağa sola savruluyoruz ve daha da terliyoruz üst üste alt alta. Hava geliyor ama az. Hava geliyor ama sıcak. Vagonların iki ucundaki kapılar açık. Kafamızı oraya tutuyoruz. -Esiyor mu? - Evet evet, gel birader yanaş…
Bir zamanlar “Türkiye’de herkes ter kokuyor” gibi gayet avam bir başlık altında gelişen tartışmalar vardı. Yurt dışından biri gelmiş de, bunu fark etmiş de. Efendim halkımız yıkanmıyormuş da, yok deodorant kullanmayı bilmiyormuşuz da.
İşte o arkadaşları, Northern Line’da Edgware yönüne giden bu trene toplamak istedim. Gelin burası medeniyetin beşiği Londra, buyurun burada konuşun, kafanızı da şöyle tutun orası esiyor. Medeniyet sıcakla olan imtihanında fena tökezliyor.
“Kullan at” sıkıntısı
İngiltere’de her hafta çöpe atılan tek kullanımlık e-sigara sayısı 5 milyonmuş. Saniyede 8 tanesi çöpe gidiyor. Uzmanların hesabına göre bu e-sigaraların içindeki lityum ile yılda 5000 elektrikli araba aküsü yapılabilir.
Bu garip hesabı yapmamın nedeni şu: Bir yandan elektrikli arabalarla çevreyi kurtardığımızı zannederken diğer yandan kontrolden çıkan başka bir dert hesabı açıyoruz. Hesapların biri kapanıyor, başka biri açılıyor.
Şimdi iş bunları yasaklamaya geldi. Konu sadece İngiltere’nin gündeminde değil. Fransa başbakanı Elizabeth Borné, geçen hafta kullan at e-sigaraları yasaklamak için bir plan hazırlama kararı aldıklarını açıkladı. Almanya tatlandırılmış e-sigaraları yasakladı. Devamı yolda. İrlanda ve İskoçya kullan at e-sigaraları 2024’te yasaklayacaklarını açıkladı.
E-sigaranın sağlığa zararsız olmadığını anlaşılmasından sonra bir de çevre sorunu olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bu atıkları toplamanın yılda 200 milyon sterline mal olduğu hesaplanıyor. Bu işe soyunan sivil toplum örgütlerinin neticede bu ve benzeri atıkları ve çöpleri toplayıp içlerinde Türkiye’nin de olduğu ülkelere “ihraç” ettiği gizli saklı değil. Yani İngiltere’de içilen her e-sigaranın bizi doğrudan ilgilendiren bir yanı var. İngiltere’de içilir, sıkıntısı bizim memlekette hissedilir bir şekilde. Peki bizde durum ne? E-sigara yasak. Ama satılıyor her yerde. Buyurun buradan tartışın.