Ermeni asıllı Amerikalı grup System of a Down’ın solisti Serj Tankian’ın Ermeni soykırımı hakkındaki fikirleri bizde hoşa gitmez. O yüzden Türkiye’de sevilmez, aleyhinde kampanyalar düzenlenir. Bakın kendisi zamanında ne demişti
Geçenlerde Taraf gazetesinde çıkan ve “Serj Tankian ilk kez konuşuyor” başlığıyla verilen röportaj bana bir şey hatırlattı. Önce bir bilgiyi düzelteyim. Serj Tankian’la 2006’nın ekim ayında Rolling Stone Türkiye dergisi için telefonda konuştum ve bu röportaj o yıl “Hepimiz Anadolu’nun çocuklarıyız” başlığıyla dergide yayımlandı.
İlk kez konuşmadı yani Tankian, telefonda konuşmak da konuşmaktan sayılıyorsa tabii...
Bakın o röportajda “Siz Türk düşmanı mısınız?” diye sorduğumda şöyle diyor Tankian:
“Biz geçmişte basına yaptığımız açıklamalarda defalarca Türk insanından ve Türk ulusundan nefret etmediğimizi, en ufak olumsuz bir düşünceye sahip olmadığımızı açıkça belirttik. Ermeni ailelerini öldürülmekten kurtarmak için hayatlarını riske atan Türk vatandaşlarının hikayelerini biliyoruz. Türklerin kurtardığı sayısız Ermeni ailesini biliyoruz.”
“Diyelim ki Türkiye her şeyi kabul etti. Ermenilerin hayatı daha mı güzelleşecek, daha mı iyi olacak? ” diye soruyorum:
“Gerçeklerin açığa çıkması tüm insanların hayatında olumlu bir etki yapar. Türkiye ve Ermenistan arasında ticaret ve gelişmeye dayalı bir ilişki için bir şans ortaya çıkar belki. Kültürel olarak Ermeniler ve Türkler sanıldığından da çok şeyi paylaşıyor. Hepimiz Anadolu’nun ve Kafkasya’nın çocuklarıyız. Bu coğrafya hepimizi kucaklıyor.”
Peki Türkiye’ye gelecekler mi? Yanıt şöyle:
“1998’de Türkiye’ye gelecek ve Slayer’la çalacaktık. Vazgeçmemizin nedeni sahnede konuşma özgürlüğümüzün olmayacağını anlamamızdı. Amerika’da sahnede Bush’u istediğimiz gibi eleştirebiliyoruz. Irak savaşı, berbat iç politikalar ve başka her türlü konuda. Bizim için Türkiye’de çalıp soykırım konusunu açmamak olmazdı.
Bize bunun sorun olacağını söylediler.
Biz de ‘Eğer açıkça konuşamayacaksak gelmemizin bir anlamı yok’ diye düşündük. Ama bir gün gelmeyi cidden isterim.”
Memlekette 1998’den bu yana pek çok şey değişmiş, muhalefettekiler, baskı görenler iktidara gelmiş, pek çok konuda iyimserlik rüzgarları esmiş olabilir. Hiçbir şey olmadı, hiçbir şey yapılmadı falan demiyorum. Ama bazı şeylerin yerinde saydığı kesin.
Fazıl Say bir dörtlüğü Twitter’da paylaştı diye bir buçuk yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Tankian gelse Allah muhafaza müebbetlik olur. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden şeyler değil, hoşa gitmeyenler de söylenebildiğinde özgürlüktür. Yoksa adı başka şey oluyor.
Aman diyeyim Serj, daha var senin gelmene...
John Lennon’ın mektupları
John Lennon’ın mektupları İngiltere’de kitap olarak yayımlandı (“The John Lennon Letters”, John Lennon , derleyen Hunter Davies / Little, Brown and Company). Pek çok yerde çıkan eleştiri yazılarına göz attım. Bir tanesi çok başka. Bu yaz Türkiye’ye One Love Festival’a da gelen Pulp’ın solisti, müzisyen ve besteci Jarvis Cocker’ın Guardian’daki eleştirisi. Bir arkadaşım
okumam için yollamış.
“The Rolling Stones’un, Beatles’ın ve James Bond’un
50. yılları kutlanıyor.
Ben 49 yaşındayım ve olup biten bütün güzel şeyleri çoktan kaçırmışım hissine kapılıyorum” diye başlıyor. “Şu anda heyecan verici bir şey yok o yüzden biz de yıl dönümlerini kutlayıp kutlayıp duruyoruz” demeye getiriyor ve Britpop’a bir eleştiri yapıyor. Özeleştiri demek lazım aslında. Bunu daha geniş anlamda yeni nesil müzisyenlere yapılmış bir eleştiri olarak da algılayabiliriz.
Diyor ki Cocker, “Aynı giysileri giymek ve aynı uyuşturucularla kafayı bulmak bizi Beatles yapmaz. Olsa olsa şişman ve hasta yapar. Ve bunun gibi kitaplar da bu yanlışa sürüklüyor insanları. The Beatles, The Beatles olduğunu bilmiyordu ki...”
Kitaptaki bütün mektupların aslında anlamlı şeyler olmadığını, aralarında marketten alınacakların yazıldığı alışveriş listelerinin bulunduğunu söylüyor. Çoğunun açık artırmalardan satın alınmış, anlamsız, sonradan para eden şeyler olduğunu yazıyor. Ünlü biri yazdı diye bir alışveriş listesinin değeri neden artar? Bu sanat sosyolojisinin sorunu galiba. Cocker’ın sözlerinde yeni nesil müzisyenlere önemli dersler var.
Benim bir diğer gözlemim de şu: Bizdeki hangi büyük müzisyen ve sanatçı bu kadar iyi yazı yazıp kendini bu kadar iyi ifade edebiliyor? Kaçı doğru dürüst kitap okuyor, kendini geliştiriyor? Çok mu insafsızım acaba bunu sorarken?
CUMARTESİ ALBÜMÜ
“Allah-Las” Allah-Las
Los Angeles kökenli Allah-Las’ın bir iki müzik blogu dışında pek ilgi çektiği söylenemez. Ama 60’ların Kaliforniya ortamına öykünen, biraz The Kinks havası yaratan, hafiften Mod’ları da andıran, kısaca anlatmak gerekirse eski usul takılan dört kişilik yeni bir ekip. İlk single’ları “Tell Me (What’s On Your Mind)” tekdüze basit ama akılda kalıcı bir melodiye sahip. Müzikal kıvraklıklar peşinde olmak yerine sound ve ambiansla sonuca gitmeye çalışan bir ekip. Albümün tamamı aynı anlayış üzerine inşa edilmiş. “Catamaran”, “Long Journey”, “Don’t You Gorget”, ve “Ela Nevaga” gibi şarkılar durumu özetliyor. Allah-Las dinlemek 60’larda Los Angeles’ta geçen bir
Godard filmi izlemek gibi. Cumartesi günü için fena bir plan değil...
Not: Allah-Las “Allaala” diye okunuyor, Shangri-Las gibi. Grup bu ismi şok edici bulduğu için koymuş. “Bir sürü insan İslam’ı çağrıştırdığından bu kelimeye negatif bir anlam yükledi
(11 Eylül’ü ve devamındaki süreci kastederek). Ama bizce çok güzel bir sözcük ve milyarlarca insan bu sözü seviyor” diyorlar. İlginç.
İtiraf ediyorum
* Sylvia Kristel’in ölümüne cidden çok üzüldüm. Erotizm denince bir kuşağın aklına Emmanuel filmleri ve onun isminden başka bir şey gelmezdi. Ve şunu fark ettim eski erotik yıldız olmak çok üzücü bir şey olabiliyor. Hali hazırdaki erotik yıldızlar bu konuyu düşünmeli.
* Blog yazarlarının ve muhtelif kafe müşterisinin Galata’daki favori mekanı Blogger’s Base’in yayımladığı dergi Base Post’u çok beğendim. Üçüncü sayı piyasaya çıkmış, kapakta Burning Man festivali var; muhakkak bulun bir yerlerden. Slogan da çok iyi: Analog Blog.
* Sezyum Bey ve Deniz Alnıtemiz’in “Sevginin Gücü” isimli radyo şovlarını standart fm’e taşımalarına pek sevindim. Dinleyiniz. www.standart.fm
* Uzun zamandır ilk kez bir bayramda sakin sakin İstanbul’da takılmak yerine kalabalığa karışıp tatile çıkacağım için hafif endişeliyim. Gelişmeleri bildiririm.
* Orhan Gencebay’ın hayatı boyunca hiç konser vermemesine inanamıyorum. Benzer durumda başka bir sanatçı dünyada var mı bilmiyorum. “Orhan Gencebay ile Bir Ömür” albümünün konserinde kim sahneye çıkacak, nasıl çıkacak belli değil, egolar ve menajerler savaşıyordur şu anda eminim. Ama gelen haberlere göre kesin olan şey Orhan Gencebay’ın kendi 60’ıncı sanat yılında da sahneye çıkmayacağı yönünde.
Cem Mansur her şeyi özetlemiş
“İnsanların inançları, müzik zevkleri, giyim kuşamlarıyla ilgili kötü espriler yapmak onları bu tür özelliklerinden dolayı aşağılamak gereksiz. Ancak toplumun bir bölümünün inançları hakkında kötü espriler yapmanın cezası hapis olmamalı.” Fazıl Say davası konusunda orkestra şefi Cem Mansur’un söylediklerinin altına imzamı atarım. Hadise budur.