Zorlu Studio’da Bubituzak’ın yani albümü “Boyutlar”ın lansman konserindeyiz. Burası yaklaşık 300 kişilik küçük bir performans salonu. Bu sezon küçük çaplı konserler, performanslar için açıldı. Daha çok kulüp havasında.
Kalabalık çoğalırken Hakan Tamar ortamı ısıtıyor. Sanki 60’ların Manhattan’ındayız veya Michelangelo Antonioni az sonra “Cinayeti Gördüm / Blow Up” filmindeki konser sahnesini çekecek. (Bugünün Michelangelo Antonioni’si kimse onun aklında olsun.) Veya Paris’te 80’li yıllarda adını bilmediğim bir kulüpte gayet avangart hallerdeyiz.
Dışarıda pek çok acayip, ilerde, çoluğumuza çocuğumuza anlatmakta zorlanacağımız, kendi kendimize “Ya ne acayip günlermiş” diye hatırlayacağımız şeyler oluyor.
Yabancılaşma turu
Her gün en az bir kötü haber geliyor. Açıkçası olumlu düşünmek, neşelenmek için giderek daha az sebep bulabildiğimiz günler bu günler.
Ama burada şu anda her şey gayet güzel. Felekten bir gece çalmak böyle bir şey midir acaba? Hümeyra çalıyor Hakan Tamar ve muhtemelen Hümeyra bu şarkıyı ilk söylediğinde doğmalarına en az 20 sene olan bu kalabalık hafiften kendinden geçiyor.
Bir köşeye çekilip izliyorum. Konser izlemeyeli sanırım aylar oldu. Bugünlerde altıncı ayına giren, tiz çığlıklar atabilen, uzağa kusma, salya akıtma, darbeli ağlama ve kahkaha atma özelliklerine sahip tatlı bir canavarla yaşamak insanın erkenden uykusunu getiriyor, itiraf ediyorum. O esnada ortamlar yerinde durmamış. Hafiften yabancılaşmışım. Sanki ilk kez böyle bir yerde konsere geliyor gibi kendi kendime havalara giriyorum.
Şehre yabancılaşma, ülkeye yabancılaşma ve neticede konser ortamına yabancılaşmayla yabancılaşma turumu tamamladım. Şimdi hafta sonu Berlin’e gitmişken bir de konser denk getirmiş turist sevinciyle izliyorum etrafı. İnsan bir yabancılaşma efektini ancak bu kadar pozitif yaşayabilir.
Ve tam o sırada yabancılaşmanın sonu. Murat Abbas ve Kanat Atkaya’yı görünce dünyaya geri döndüm. Onlarla en son 2014’te Primavera Sound’da beraberdik. Pixies’i izlerken Kanat bira almaya gitti ve geri gelmedi galiba. Ya da biz kaybolduk. Ondan beri sanırım ilk kez görüyorum Kanat’ı bir konserde.
Kanat, genel müdür takımıyla Murat ve ben köşeden adeta eğlenen gençleri izleyen dedeler gibiyiz. Mabbas salondaki mavi ışıklara takmış, bu ışıklar kırmızı olmalı gibi bir şeyler söylüyor. Ben vokal az geliyor, gitar çok yüksek diye ukalalık yaparken Kanat “Bu şarkı çok güzel ama” tarzı çıkışlarla sohbeti müzikal çizgiye çekme peşinde. Yuvarlanıp gidiyoruz.
Bubituzak sahneye çıktı. Hayli enerjik, gürültülü, heyecanlı çalıyorlar. Görkem’in sol elle bas, sağ elle klavye çalıp aynı anda vokal yapmasına bakıp bakıp terliyorum. Ali Güçlü Şimşek’in gitar riff’lerine, solistliğine bakıyorum. Yıllar önce Görkem esas adam / solist, Ali gitaristti Çilekeş’te. Şimdi Görkem enstrümanlarıyla kenarda, Ali solist. Müziği severseniz, tadını her şekilde çıkarabiliyorsunuz. Bu da ayrı bir kabiliyet olsa gerek.
Bubituzak Ravel’in “Bolero”sundan bir pasaja girdi. Ardından Özdemir Erdoğan cover’ı “Aç Kapıyı” geldi. Sonrasını hatırlayamıyorum ortam iyice coştu.
Bende bir bahar havası
Bir ara sahneye çağrılan Gaye Su Akyol’un dediği gibi, durumlar pek iyi değil ama müzikte inanılmaz bir üretim ve yaratıcılık var şu anda. Bu kesin.
Bir arkadaşım “Ben Babylon’a geçiyorum, Tantana Records gecesi var, ona da bakacağım” dedi. Evet Bubituzak “Boyutlar” albüm lansmanını yaparken Tantana’nın üç sanatçısı şahane: Gözyaşı Çetesi, Yıldıztozu ve ve Help! The Captain Threw Up, Bomontiada’da aynı anda sahnede. Her şeye rağmen hareket, bereket...
Kiminle konuşsam dinlemem için bir grup ya da sanatçı öneriyor, mail kutum bana gönderilen demo ve kayıtların linkleriyle dolu. Ne zaman siyaset kötü gitse, toplum krize girse sanat çıldırır. Her tarafta çiçekler açmaya başlar. Böyle günlerden geçiyoruz.
Konserden çıktım. Eve dönerken bende bir pozitiflik, bir bahar havası.
Ben böyle bir yazı yazayım, bu pozitiflik burada kalmasın diye geçirdim içimden.
Pazar albümü
“Little Fictions” Elbow
“Little Fictions”, Elbow’un yedinci stüdyo albümü. 2014’ten bu yana grup sessizdi. Guy Garvey’nin 2015’teki solo albümü “Courting The Squall”ı saymazsak. Hayli eklektik bir yapıya sahip bu albümün temsil ettiği müzikal profil Elbow’da pek yok. Elbow yine “kibar, nazik, yumuşak”. Gülümseyen melankolik. Usul usul insanı ele geçiren ritimler, fısıltı gibi gitar arpejleri piyano, klavye loop’ları...