En iyi ses hangi kaynaktan hangi formattan elde ediliyor? Geçenlerde bu tartışmanın ortasında kaldım. “CD’den gelen ses en mükemmel ses” dedi biri. “Plaktan gelen cızırtıların insanların hislerine, nostalji ve bir çeşit ‘samimiyet’ ihtiyacına denk geldiğini biliyorum ama kusura bakmayın o çıtırtılar müziğe ait değil” diye devam etti.
Eski tip analog kayıtlarda stüdyodaki ses doğrudan banta kaydediliyor. Banttaki master kayıt plağa aktarılıyor. Dijital kayıtta ise kusursuz olduğu iddia edilen bir ses elde ediliyor. “Cızırtı pıtırtı ya da o anda stüdyoda bir şekilde müziğe ait olmayan ne varsa ayıklanıyor. Tertemiz oluyor ses.” Böyle söyledi. Beni aldı bir düşünce. “Müzik dışı ses” ne demek?
Bu tartışmayı alevlendirmeyi arzulayan bir diğeri WAV ve FLAC formatlarının faziletlerini sıralamaya girişti. Benim aklıma Neil Young’ın başlattığı ve Kickstarter’da belli bir yatırımı bulan, bu formatlara ek olarak DSD dosyalarıyla da çalışan Pono adlı müzik platformu geldi. Ne diyordu Neil Young üstad? Stüdyoda bizim duyduğumuz gibi duyun istiyoruz.
Sonu gelmeyen bir çaba
Bu çabaların tamamı “en gerçek”, “en mükemmel” sesin peşinde. Müziği en kaliteli biçimde dinletmek sonu gelmeyen bir çaba.
Tamam ama müzik dışı ses ne demek? Mesela Maurice Gendron’un, Bach’ın çello suitlerini yorumladığı (ki bence bu suitleri tarihte en iyi yorumlayan sanatçıdır) 1964’te kaydedilen, ve 1994’te üstadın ölümünden dört yıl sonra yayımlanan CD albümde derinden derinden duyulan soluğu müzik dışı bir ses midir? O soluğu “temizlemek” müziğe bir hizmet midir yoksa katliam mı? Benim yanıtım “katliam” olur.
Pink Floyd’un “The Wall” albümünde yer alan “Is There Anybody Out There”i dinlerken duyulan, David Gilmour’un akor değiştiren parmaklarının çelik tellere sürtünmesiyle oluşan sesi ayıklamak kaliteli müziğe hizmet midir? Yoksa tarihi mozaiklerin üzerine beton dökmeye mi benzer?
Jaco Pastorius’un “Chromatic Fantasy”sindeki kromatik ataklar sırasında telin fret denilen sap üzerindeki metal çubuklara çarpmasından ileri gelen çıtırtıları ayıklayınca daha mı iyi geliyor ses?
Peki konser kayıtlarına ne demeli? Bir sanatçının konserdeki performansı pürüzsüz, katıksız enstrüman sesini içermez. Ortamdaki her türlü ses bu kayda girer. O zaman soralım müziğin en canlı en esas hali hangisidir, bilgisayarda ayıklanmış hali midir, yoksa canlı canlı sanatçı tarafında icra edildiği hali mi?
Kaliteli ses dediğimiz şey acaba bir tür illüzyon mu? Bir tür hormonlu dev domates mi? Yeşil fon önünde çekilen, bol bilgisayar efektli bir Hollywood filmi mi?
Plak çıtırtısından geldiğimiz nokta, felsefenin temel sorunlarından biriyle yüzleşmek oldu. “Orijinal, gerçek, esas, asıl” hangisi? Alın size pazar sorunsalı.
İtiraf ediyorum
Rol için kilo almaya da vermeye de fena halde sinir oluyorum. Herkes de her rolü oynamasın.
Zaman zaman gündemden ve gündemdeki müziklerden bunalarak Latin dinlediğim doğrudur.
“Duyar kasmak” son yıllarda hayatımıza giren en berbat ifade olabilir. Birbirine “duyar kasma” diyen insanlarla dolu ortamlar.
Twitter’dan uzak durmanın ruh sağlığını korumakla bir ilgisi var.
Yeni iPhone’la ilgili henüz duymadığım tek şey Türkiye’deki fiyatı.
“Curb Your Enthusiasm” ve “BoJack Horseman”ın yeni sezonlarını yeteri kadar beğenmezsem diye ödüm patlıyor.
Pazar albümü
“Half-Light”-Rostam
VampIre Weekend’in iki beyninden biri Rostam Batmanglij aynı zamanda bu ekibi diğer gruplardan ayıran eklektik sound’unun da mimarıydı. Bir süre önce gruptan ayrıldı, Frank Ocean, Solange, Cass McCombs, Ra Ra Riot gibi isimlerle ortak işlere imza attıktan sonra sonunda ilk solo albümünü tamamladı. Albüm daha ilk şarkıdan bir Vampire Weekend “B yüzü” tadı veriyor. “Bike Dream”, “Sumer”, “Never Going To Catch Me” gibi şarkıları dinleyince Batmanglij, Vampire Weekend’de neler yapıyormuş hemen anlıyorsunuz. Batmanglij İran asıllı ailesinin köklerine doğru bir müzikal yolculuğa çıkmış ve yolu buralara da düşmüş sanki. “Wood”, “When” Hint-İran müziğindeki raggaların makamların etkisinde. Sofistike, sıradışı, farklı tadları barındıran, dinlemesi çok eğlenceli, şaşırtıcı bir pop albümü.