Televiz-yonsuz yaşam mümkün mü?
Gazetesiz yaşam mümkün mü?
İnternete girip son dakikalar arasında kaybolmadan yaşamak mümkün mü?
“Haber”siz, “gündem”siz hayat mümkün mü?
Akıllı telefonsuz hayat mümkün mü?
Twitter’sız, Facebook’suz, Instagram’sız hayat mümkün mü?
Her türlü çöp bilginin ve sonuçsuz tartışmanın, abur cubur siyaset geyiklerinin ilk “merhaba”da kafandan aşağı boca edilmediği bir dünya mümkün mü?
“Yüzde 49 ne olur?” sorusuna maruz kalmadan bir sofradan kalkabilmek mümkün mü?
“Ülke elden gitti”, “Dünya lideriyiz”, “Bizi kıskanıyorlar” geyikleri dışında normal, gerçek bir konuya, meseleye odaklanmak mümkün mü?
Birbirine gülümseyen, tasasız, geleceğe güvenle bakan hayattaki gerçek işlerle güçlerle uğraşan bir toplum artık mümkün mü?
Günün sonunda elde kalan, sıfır haber, sıfır bilgi, baş ağrısı. Eklemlerin dayak yemişsin gibi ağrıyacak ve soracaksın kendine, “Ben ne yaptım bugün ailem ve kendim için hayatta? Ne var elimde?”
***
Çok haber almanın aslında hiç haber almamak olduğunu biliyor muydunuz?
“Durmadan yeni haber ve bilgilerle tıka basa ‘beslendiğimiz’ için, daha önce verileni hatırlama fırsatımız çok azdır. Enformasyon hep anında ve şimdi verilir. O zamanki ve daha önceki ile kıyaslama şansımız ya çok azdır ya da hiç yoktur. Son haberleri alırız. Biraz sonra kamuoyu yoklamaları, son haberlere anlık tepkilerimizi bildirir. Böylece daha komşularla, hatta evde bile, fazla bir tartışma şansına sahip olmadan ne düşündüğümüz hakkında bize bilgi verilir.”
Gündüz Vassaf, “Cehenneme Övgü”de yer alan bu satırları 1986 yılında kaleme almış. Geçenlerde yeniden okurken not etmişim.
Pazartesi sabahı gazeteleri açtım bakıyorum, her şey çok önemli, her şey çok hayati, her şey çok vazgeçilmez. Sanki bu bilgi (!) nehrine atlamazsak, haberleri okumazsak, dün akşamki tartışma programında kim kime lafı yetiştirmiş konulu videoyu izlemezsek, hangi partili ne dedi, kim hangi açıklamayı yaptı bilmezsek, büyük bir felakete maruz kalacağız.
1986’dan bu yana ne değişmiş? Hiç. O zaman bu tantana niye? Bu bitmeyen goygoy niye?
Hayatımızı çalıyorlar gibi bir his...
Bilmem sizde de var mı bu ara...
Penguen’in kapanması
Penguen kapanıyor. Türkiye’nin büyük mizah geleneğinin en önemli temsilcilerinden biri artık yeteri kadar dergi satılmadığı için para kazanamıyor ve kapanmak zorunda kalıyor.
Reklamla, sponsorluklarla ayakta duran bir dergi olmadığından, tek gelir kaynağı okurları olan bir dergi olduğundan, satış demek her şey demek.
Oysa internette milyonlarca kez paylaşıp birbirimize yolluyoruz bu dergide yer alan esprileri. Ama para vermiyoruz işte. Çağımızın ruhu bu. Para vermemek. Bedelini ödememek.
Gezi, Türkiye’de pek çok şeyi değiştirdi, sanırım bunlardan bir tanesi de mizaha bakış oldu.
Bir nesil Penguen, Leman, Uykusuz gibi dergilerle mizahı öğrendi. Sonra bu mizahı kendi üretmeye başladı. Öyle ki mizahın artık bir dergiye ihtiyacının olmadığı düşünülmeye başlandı. Ancak bu düşünce sorunlu. Çünkü mizah Twitter’da yaşamaz. Bir süre sonra kendini tekrar eder, bayatlar ve yok olur. “Orantısız zekâ” kalıbıyla ifade edilen anlayış da bu aşamalardan geçip tükenmedi mi üç yılda?
Mizah kendini yeniden üretmek için yazarlara, çizerlere ve onların işleri için ortak platforma yani dergiye ihtiyaç duyar. Dergisiz olmaz. Umarım mizah dünyamız yaşadığı tıkanıklığı bir şekilde aşabilir.