“Bu Şûra’da, sinemada, müzikte, edebiyatta, müzecilikte, çocukların kültürel eğitiminde, aklınıza gelen tüm mecralarda, ne yapıyoruz, ne yapmıyoruz, neyi doğru, neyi yanlış yapıyoruz açık yüreklilikle tartışmayı amaçlıyoruz.”
Hafta sonu 3-5 Mart tarihlerinde Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenecek Milli Kültür Şûrası’nın amacını Kültür Bakanı Nabi Avcı bu şekilde ifade etti.
Bir süredir “Kültürde istediğimiz yerde değiliz” düşüncesi hükümet çevrelerince dillendirilmekte. Belli ki bu konuda bir şeyler yapma ihtiyacı ve endişesi var. Belli ki bazı şeylerin yanlış ve eksik yapıldığı düşünülüyor. Bakan Nabi Avcı açık yüreklilikle tartışılacağını belirtiyor. Ne güzel. Sayın Bakan’ın çağrısına uyalım, açık yüreklilikle yanlış bulduğumuz noktaları sıralamaya çalışalım.
İlk yanlış tektipleştirme. Resmi makamlar kültürel alanı kontrol altına alınacak, yönetilecek, hükmedilecek ve en önemlisi tektipleştirilecek bir alan olarak gördükçe başarısız olmaya da mahkûm. Türkiye gibi zengin bir kültürel birikime sahip bir ülkede tektipleşme demek başarısızlığı baştan kabul etmek demek çünkü.
Nobel alan yazarından, dünya çapında piyanistinden, insanlığa mal olmuş büyük şairinden, tiyatrocusundan, balerininden, sinema yönetmeninden nefret eden bir ülke olmamak için neler yapmalı, işe buralardan başlamak lazım. Burada bir yanlışlık var çünkü.
Bu kadar “yerli ve milli” varken, yeni bir “yerli ve milli”yi suni bir şekilde yaratmaya gerek yok ki. Bu insanların hepsi, yerli ve milli, bu ülkenin bu toprakların insanları. Heavy metal grubu da bu toprakların grubu, halk müziği sanatçısı da bu ülkeden çıkıyor, kemancısı da, saksafoncusu da, yazarı da şairi de. Yunanistan’da ya da Suriye’de yetişmiyor bu insanlar.
Bir diğer konu eleştiri. Sinema, edebiyat, müzik gibi temel mecralar başta olmak üzere kültür-sanatın ve bu alanlardaki üretimin gelişmesi eleştiriyle ve eleştirinin kurumsallaşmasıyla ilgili. Bugün bu alanda hiç iyi bir noktada değiliz.
Sayın Bakan “çocukların kültürel eğitimi”nden de söz ediyor. Sanat alanında değerli insanlar yetiştirmesi beklenen pek çok eğitim kurumunda hoca yok, birçok bölüm kapanma noktasına geldi. Cumhuriyet döneminde temelleri atılan kültür kurumları işletilmiyor, hakkıyla yönetilemiyor. Oysa hali hazırdaki milli eğitim müfredatında eleştirilecek yönler ve eksikler olmasına rağmen yine de zengin bir içerik var. Bunun acaba farkında mıyız?
Mevcut müfredatın hakkıyla uygulanması bile önemli bir adımdır. Şûra açık yüreklilikle tartışacaksa, bunları tartışmalı. Bu sorunları gerçekçi bir şekilde tespit etmeli ki çözüm aranabilsin.
Son olarak, kültürde en önemli konu seyirci. Yani insan. Bakın bir örnek vereyim. Geçenlerde İKSV üniversiteli gençlere yönelik bir uygulamayı hayata geçirdi. 1000 üniversiteliye çekilişle, içinde İKSV etkinliklerinde kullanılmak üzere 250 TL yüklü kültür-sanat kart hediye edildi. Kaç kişi başvurdu biliyor musunuz? 1000 kart için 64 bin kişi. 81 ilin 81’inden de başvuru olmuş. Gençler görmeye öğrenmeye aç. Milyonlarca potansiyel seyirciden söz ediyoruz.
Bu bir pilot uygulama. Genişletilmesine çalışılıyor. Mesela neden Türkiye’de 18 yaşını dolduran öğrenci bir gence devlet bir kültür sanat kartı hediye etmesin?
Neden kültür bakanlığı cumhuriyetin kültür-sanat kurumlarında opera, bale, tiyatro izlemek için geçerli böyle bir kart uygulamasını başlatmasın?
Neden özel sektörün köklü kültür kurumlarıyla işbirliği yaparak bu kartın kullanım alanlarını genişletilmesin?
Dikkate alınır, alınmaz bilemem. Bizim görevimiz Türkiye’nin kültür-sanat alanında dünya çapında hak ettiği yere gelmesi için yapıcı eleştirilerimizi dile getirmek.