Bir albümün kapağını açtığınızda içinde sizi karşılayan bilgiler, o albüm hakkında bir ipucu verir mi, vermez mi? Verir. Bakın bu albümün kapak içinde şunlar yazıyor:
“Recorded at Volkan Öktem’s studio. Additional recordings at Sarp Maden’s and Alp Ersönmez’s home studios.”
Çok net, çok temiz. Herkes kendi stüdyosunda çalışmış, uçmuş, takılmış, kendi müzikal alemine dalmış, kendinden geçmiş. Üç müzisyen, üç enstrüman, üç kişisel stüdyo.
Deneysel gitar solosu
Roger Waters’ın aktardığı bir hikaye vardır. “Wish You Were Here” kayıtları sırasında ileride grubu dağılmaya götürecek yabancılaşma ve farklılaşma çoktan başlamıştır. Her bir üyenin albüme dair o kadar farklı fikirleri ve yaklaşımları vardır ki ve Waters hepsine o kadar fazla muhalefet etmektedir ki artık aralarındaki iletişim kopmuştur. Konuşmak yerine herkes enstrümanına sarılır.
Waters kayıtlar sırasında dört üyenin enstrümanlarını ve teknik kurulumlarını birbirilerine sırtlarını döndükleri bir çember oluşturacak şekilde konumlandırdıklarını anlatır. Böylece aynı odada ama birbirlerine sırtlarını dönmüş bir şekilde birbirlerini görmeden kendi başlarına çalmaktadırlar. Albümü bilenler baştan sona “yabancılaşma” temalı bu çalışmayı bir de bu gözle dinlese çok farklı tatlar alır.
Sarp Maden, Alp Ersönmez ve Volkan Öktem de böyle yaptılar demiyorum elbette, insan ilişkileri konusunda Pink Floyd’dan iyi olduklarını biliyoruz. Dostlar bir kere.
Ama kulaklarım beni yanıltmıyorsa bu albümde de, bahsettiğim ölçülerde olmasa da, bireysellik işin temelinde. Üyelerin her biri için açılmış bir müzikal “personal space / kişisel alan”dan söz edebiliriz. Her bir müzisyenin kendi başına kaldığı, kendini sınırlar olmadan ifade ettiği bölümler var.
Aslında albümde yer alan enstrümantal yedi parçanın (beşi Maden, biri Öktem, biri Ersönmez bestesi) tamamı bu anlayışa sahip. Uzun uzun ve çeşitli tonlarda deneysel gitar soloları. Bas soloları, yürüyüşler, davul atakları, iç içe geçmiş bölümler, her biri farklı yerlere çıkan kapılar, geçitler. Albüm bir defa estetik açıdan çok tatmin edici. Kaliteli müzik ve işçilik bu.
Şölen masası gibi
Bu isimler Türkiye’de duyduğunuz pek çok iyi müziğin arka planında yer alan eşlikçi isimler aynı zamanda. Ve sanırım bu defa, şeflerin restoranı müşteriye kapatıp sadece kendilerine bir ziyafet çekmeye karar vermesi gibi, bir şölen masası oluşturmuş, sanatlarını konuşturup birlikte kadeh kaldırmışlar.
Albümün müzikal çizgisi rock ve caz arasında progresif anlayışta bir yerlerde gidip geliyor. Bu üç enstrümanı çeşitli efektler ve ince işçiliklerle dinlemenin yanında Sarp Maden’in yarattığı efektler ve elektronik sesler dünyasına da davet ediliyoruz.
Kapak & Lin tarafından yayınlanan albüm gerçekten müzik seven, iyi enstrüman dinlemekten hoşlanan kulaklara hitap ediyor. Bu albümü “Sanat için sanat, halk için sanat” tartışmasına gönderme yaparak tanımlamam gerekirse burada müzik, ne müzik için ne halk için. Burada müzik “kendim” için.
Dinlemeniz gereken 5 şarkı
- “Ascencion” - Gorillaz feat. Vince Staples: Gorillaz’ın beşinci stüdyo albümü olacak “Humanz” ve 28 Nisan’da piyasaya çıkacak. Bu albümden şu ana kadar yayınlanan şarkılara bakarsak hayli eklektik bir albüm olacak aynı zamanda. Son single’da rap’çi Vince Staples boy gösteriyor.
- “The One 2” - !!!:!!! (yani Chk Chk Chk): Yeni albümünü siz bu yazıyı okuduğunuz sıralarda internete vermiş olur. “Shake the Shader” adlı albüm, punk dance elektronica ekibi için açıkçası fazla soul beklentiler yaratıyor. İlk single itibarıyla en azından.
- “Third of May / Ödaighara” - Fleet Foxes: Fleet Foxes’ın yeni albümü “Crack-Up”, haziranda yayınlanacak. Single seçimi ilginç. 8 dakika 45 saniyelik bu şarkı ticari standartlara uymuyor. Albümü merakla bekliyorum doğrusu.
- “Get High (No I Don’t)” - Maximo Park: Nisanda gelecek pek çok albüm arasında not ettiklerimden biri Maximo Park’ın 21 Nisan tarihli “Risk To Exist”i. Maximo Park brit rock-pop arasında savrulup durduğu kariyerinde bu defa daha brit ve daha rock.
- “Smoke of Dreams” - Thurston Moore: Üstadın yeni albümünün adı “Rock’n Roll Consciousness”. Altı küsur dakikalık bu şarkıda gitarıyla kulağımızın pasını siliyor.
Dizi dünyası
- “Homeland” gene şahane. Şu Carrie’nin ne çilesi varmış kardeşim bitmek bilmiyor. Asıl önemlisi “Homeland” hâlâ çok güncel. Darbeler nasıl yapılıyor, derin devlet nedir, hepsi tane tane gösterilmekte.
- “The Americans”ın yeni sezonundan pek memnunum. Hele o Rusya’da geçen sahneler yok mu? Oleg Igoreviç Burov’un askerleriyiz.
- Nostaljik televizyon sevenlere bir öneri (hatırlatma diyelim ayıp olmasın): “Columbo”. Bildiğimiz “Komiser Kolombo” yani. Her biri 1 saat 25 dakikalık bölümleriyle ilk yayınlandığı 1971’de polisiye televizyonculuğunda yeni bir dönem başlatmıştı. Şimdi oturup ara ara bir tanesini izliyorum. Bu arada bir
bilgi; ilk bölümün yönetmeni Steven Spielberg.
- İzlanda yapımı “Case” tam bunalımlık, kelepir dizi. İzlanda’da geçmesi yeter zaten, ekstra bir şeye de
gerek yok aslında.
- Britanya yapımı “Ungorgotten”ın ikinci sezonu ilkini sollamış.
- “Iron Fist”i ilgiyle izliyorum. Sıradan Marvel’lardan değil. “Luke Cage”in ardından ikinci sevdiğim Marvel dizisi.