Neden büyük bir sanatçı öldüğünde herkes gençliğim de gençliğim demeye başlıyor? Neden bir sanatçıyı (siz bu yazıda müzisyen / şarkıcı / star diye okuyun) eserleri, hayatı ve yaptıklarıyla bütün bir şekilde hatırlamak yerine “Biz lisedeyken” diye başlayan cümleler kuruyoruz? Neden sanatçıya değil de kendimize odaklanıyoruz?
İnsanoğlu böyle işte, benciliz hepimiz. Tamam biliyoruz da kardeşim, haksız mıyız yani? Müziğin hiç mi “kabahati” yok? Neden böyle, neden şöyle?
Çünkü müzik sadece “Bu şarkı çok iyi abi” gibi bir şey değil. Müzik sizinle yaşar, sizinle büyür, sizinle güler, sizinle ağlar.
Müzik dinlemek “Bu albümün ikinci şarkısındaki soloya hastayım” gibi bir şey de değil. O solo eminim harikadır ama senin hayatında bir yeri yoksa o solo kuru bir teknik şovdan başka nedir ki? Soloyu solo yapan senin yaşadıkların.
Çünkü müzik “Sanatçı dördüncü albümünden itibaren olgunluk dönemi eserleri vermeye başladı” şeklinde anlatılacak bir şey değil. Olgunluk dönemi diye bakmam ki ben ona. “Festivale gitmiştik, şunu çalmıştı, çimlere oturup öpüşmüştük” diye hatırlarım ben onun olgunluk albümünü. Bunu yaşamayan biri, beğenir belki ama o şarkıya benim gibi bakabilir mi?
Kalbimizle hatırlarız
Müzik “Bu albümün prodüksiyonu harika abi”yle bitseydi eğer, en büyük parayı koyan en güzel albümü yapmış olurdu. Halbuki şarkının prodüksiyonu değil, senin o şarkıyla kurduğun ilişki anlamlı olan. Şarkı seni öyle bir anda yakalar ki en metalci adam türkü söylemeye başlar bir anda.
“Ama bu albüme çok emek verdik” kriter olsaydı, her albümün dinlenme / satış rekoru kırması lazımdı. Ama öyle değil işte. Bazen evde bir gitar bir vokal beş dakikada yaptığın kayıt, gider adresini bulur, içine işler insanın.
Velhasıl ne zaman bir büyük isim hayatını kaybetse, insanlar o insanla kurdukları ilişkiye bakar, hayatının bir döneminde dinlediği şarkıları, o şarkılarla yaşadıklarını anımsar. Bunu yaparken de hangi albümü daha iyiydi, hangi şarkısı daha makbuldu, dur biraz da olgunluk dönemini hatırlayayım diye bakmaz. Aklıyla değil kalbiyle hatırlar çünkü.
Şu duygusuzluk çağında, şu sahte ruhlar padişahlığında, izin verin de iki dakika duygularımızı ifade edelim. Kaybettiklerimizin yasını böye tutalım.
Güle güle...
Leonard Cohen: Şair, söz yazarı, şarkıcı, romancı, hikayeci... Havanın özgürlük ve keşif koktuğu yılların ruhusun. İlham verdin. Bugünün kültürel iklimini sen ve arkadaşların o güzel ortamlarda, o güzel şarapları içip, o güzel muhabbetlerden sonra sevişip koklaşarak, konuşup tartışarak yarattınız. Bugün sanat yapan herkeste bir parçan vardır Leonard abi. “Hazırım” dedin son albümünde, o harika albümde. Turnelerle, yepyeni şarkılarla ne güzel veda ettin.
DavId BowIe: Yaşarken efsane oldun. Unutulmayacak şarkılara imza attın, vokalinle, duruşunla, tarzınla onlarca yüzlerce müzisyeni, sanatçıyı, edebiyatçıyı derinden etkiledin. Rock’a, popa şiiri ve zarafeti getirdin, her kuşaktan insanın kalbinde yer ettin. Toprağın bol olsun Bowie. Güle güle.
George MIchael: Yaşamayan anlamaz, 80’lerimizin fon müziğiydin sen. Erkeği kadını herkes sana hastaydı. Sonradan gençlik idolü hallerin bitti, müzisyenliğin ön plana çıktı. “Listen Without Prejudice”te, “Older”da kalbimizi bir kez daha kazandın. Zengin kalkışı yaptın George. Madem öyle yolun açık olsun.
PrInce: “When Doves Cry” hâlâ şu müzik tarihinin en güzel rock şarkılarından biri değil midir? “Purple Rain”deki diğer klasiklerin bir yana, 90’lardaki o sarı “yellow cloud” gitarınla attığın sololar bir yana, funk’a hizmetlerin ayrı bir yana. Albüm çıkarmaktan, yeni şarkılar yapmaktan hiç vazgeçmedin. Hiç sıkıcı olmadın sen. Teşekkürler Prince reyiz, anılarımızdasın.
Asım Can Gündüz: Türk rock müziği 90’larda yeniden doğmaya çalışır, çırpınır, kendine bir yol ararken sen Süpermen gibi gitarınla ortamlara dalmıştın Asım abi. O nasıl gitar çalmaktı, o nasıl sololardı. Hayallerin ayağımıza gelmesi gibi bir şeydi. Herkesin belki de fazla ciddi olduğu bir ortama kahkahalarınla daldın. Gitara, müziğe sevgin bitmedi, azalmadı. Bildiğin yolda devam ettin. Uğurlar olsun en eğlenceli, neşeli anılarımızdasın.
Sharon Jones: Ah be Sharon abla. Müzik emekçisi nedir bu dünyaya tekrar hatırlatan isimsin sen. Kahramanımsın. Hayat boyu ekmek parası peşinde işten işe koştun ama müzikten hiç vazgeçmedin. Azıcık şöhreti ancak 50’nde tadabildin. “Sonunda bir ev alabildim ama daha gidip oturmadım; işim var, sorumluluklarım var” demiştin telefonda. Tam işleri yoluna koydun ardından kanser geldi. 60’ında aldı seni aramızdan. Ne gam. Neşenden hiç kaybetmedin, hiç ölmeyecekmiş gibi ürettin. Büyük firmalara kafa tutarak kurduğun Daptone hayatına devam ediyor, inşallah hayal ettiğin gibi geleceğin Motown’ı olduğunu görürüz. Zamanında sana “Fazla siyahsın, senden star olmaz” diyenler utansın.