Bizde hâlâ “azınlığın ilgilendiği zengin sporu” olarak algılansa da tenis dünyada futbol ve basketboldan sonra en yaygın üçüncü spor dalı.
Zengin, seçkin, entel şu bu diye aşağılanan kitlelerden uzak tutulan bütün güzel şeyler gibi tenis de aslında insanımızın yakından tanısa çok seveceği bir şey.
Spor bürokrasisi ve kurumları en büyük kaymağın futbolda olduğunu gördüklerinden, siyasetin de bu hazır tezgâhı kullanmak işine geldiğinden, geri kalan sporların gelişmesini önemsenmez.
Yoksa fakir zengin alakası yok, en çok tenisçi eski Doğu bloku ülkelerinden çıkıyor. Hiçbiri bizden zengin değil.
Tenis bireysel bir spor. Teknik, dayanıklılık, güç ve hız önemli, hava ve saha şartları çok önemli. Ama asıl strateji önemli. Seyirci faktörü önemli. Takım oyunu değil. Oyun içinde yorulduğunda performansın düştüğünde kaytaramıyorsun, numara yapamıyorsun, beleşçilik, gizli saklı yok. Her şey apaçık ortada.
Bazen tam bir psikolojik savaş, bir sinir harbi tenis. Varlığının her yönüyle ve tek başına sahadasın. Rakibin filenin öteki tarafında ama göğüs göğüse savaşıyorsun. Sanki iki gladyatör arenada ellerinde baltalarla çıkmış izlenimi veriyor zaman zaman tenis. Bu yönüyle ilkel bir ruhu da var. Ama tabii kazanan rakibin kafasını kesmiyor. Aksine...
Pazar günü spor tarihinin en önemli maçlarından birini izledik. 35 yaşındaki Roger Federer ve 31 yaşında Rafael Nadal tenis için ileri sayılabilecek yaşlarına rağmen çok zorlu bir turnuvada, sezonun ilk Grand Slam turnuvası olan Avustralya Açık’ta final oynadılar.
Futbolda en büyük derbi neyse Federer-Nadal finali böyle bir şey. Sakatlıklar geçiren, ileri yaş nedeniyle her an tenisi bırakmaları beklenen bu iki raketin herhangi bir turnuvada bir kez daha finale kalacağını dahi kimse beklemezken, hem de karşı karşıya geldiler ve 5 setlik mükemmel bir maç yaptılar. Federer galip geldi.
Federer zafer konuşmasında ne dedi biliyor musunuz? “Tenis zor bir spor, beraberlik yok. Olsaydı ben bu kupayı Nadal’la seve seve paylaşırdım” dedi.
Tenisin “Nadal’a ihtiyacı var” dedi. “Nadal lütfen devam et, elinden gelen her şeyi yap” dedi.
Centilmenlik, sportmenlik, insanlık böyle bir şey. En zorlu mücadeleyi yapıp ardından bu saygıyı göstermek.
Ama hepsi bu değil. Bu iki isim sahadaki söylem ve davranışlarıyla olduğu kadar saha dışındaki faaliyetleriyle de büyükler. Bir kere çok iyi arkadaşlar. Birbirlerinin vakıflarına konuk gidip yardım için maçlar yapıyor, birbirlerine destek oluyorlar.
Federer 2003’te 22 yaşındayken Roger Federer Foundation’ı kurdu. Vakfın amacı imkânı olmayan çocukların eğitimini üstlenmek ve onları spora teşvik etmek.
Nadal’ın Rafa Nadal Foundation’ı var. O da imkânı olmayan yetenekli çocuklara spor temelli eğitim veriyor. Amaç, gençleri spora ve eğitime teşvik etmek.
Nadal, “Bu vakıf benim gelecekteki işim. Emekliye ayrılınca bütün zamanımı buna harcayacağım. Benim durumum iyi olabilir ama topluma bir borcum var” diyor.
2016 Haziran ayında da Rafa Nadal Academy’yi açtı Nadal. Yetenekli tenisçileri eğitiyor, yetiştiriyor, farklı seviyelerde burslar veriyor. Turnuvada olmadığı zaman akademide ders veriyor.
Bu ikili tenise ve insanlığa borcunu ödemek için elinden geleni yapıyor. Sporun sahada kazanmaktan çok daha fazlası olduğunu gösteriyorlar. Saha dışında kazanılan zaferleri en az sahadaki zaferler kadar önemsiyorlar. İkincisi olmadan ilkinin eksik kalacağını biliyorlar çünkü. Kim bilir kaç çocuğun, gencin ve ailelerinin hayatı değişti onlar sayesinde...
Durum böyle olunca Federer de kazansa Nadal da kazansa neticede sportmenlik centilmenlik, insanlık kazanıyor.
***
O kadar çok kavga ediyoruz, o kadar çok taraf tutmaya zorlanıyoruz, o kadar çok nefretle beslenip büyütülüyoruz ki bunun her şeyden önce insan kalitesini düşürdüğünü, bizi duygusuz, ilkesiz, niteliksiz “ya öyle ya böyle”ye sıkışmış kölelere dönüştürdüğünü göremiyoruz.
Centilmenlik sadece sporda değil hayatın her alanında insanı yücelten bir özellik.
Zorlu bir dönemece giriyoruz. Bu süreçte “evet mi, hayır mı”dan daha önemlisi, insanlığımızı kaybetmemek.