Sene 1995 falan. Gene bir gün Beyoğlu’nda sürtmüşüz sürtmüşüz, yolumuz Narmanlı Han’a düşmüş. İçeri girince sağ arkadaki Deniz Kitabevi’ne doğru yürümüşüz. Kedilerin üzerinden atlayıp içeri dalmışız. Bambaşka bir âleme geçiş yapmışız.
O sıra yana yakıla Ravel’in sonatlarını arıyordum. Çünkü Fransız Kültür’de düzenli takip ettiğim film gösterimlerinde o hafta Claude Sautet vardı. “Un Coeur en Hiver/Ayazda Bir Yürek”i izlemiştim ve baştan sona Ravel ile dolmuştum. Kasetini, CD’sini değil ama plağını almaya ant içtim. Deniz’e (Pınar) gitmem bundandı. Gerçi Deniz’in dükkâna insan Ravel almak için girip The Police’in erken dönem punk yıllarıyla ilgili bir fotoğraf kitabı alıp çıkabilirdi. Çünkü bunu yapmak mümkündü. Müzikle ilgilenen, edebiyata az çok meraklı, kitap okuyan biri için bu dükkânda bir sürü hazine gizliydi.
Hepsini boş verin, sırf Narmanlı Han’ın o köhne ama gizemli büyülü ortamı için bile gidilirdi. Burada bir sürü insanla tanışabilirdiniz. Hele kış günleri nasıl da acayip bir yer olurdu o binanın avlusu.
Deniz’den bir sürü kitap plak almışımdır ve çoğunu da birilerine vermişimdir. Plak, kitap dediğin zaten elden ele dolaşmalı ki bir anlamı olsun.
Deniz Pınar 2014 yılında yeni dükkânı D-Tone’u açtığı dönem Utku Uluer’e bir röportaj vermiş. Ben bu yazıya sinematikyesilcam.com’da rastladım. O yılları kendisi şöyle anlatmış:
“Üniversite yıllarımda Beyazıt’ta İstanbul Üniversitesi ile Sahaflar Çarşısı arasındaki bitpazarından plak toplamaya, daha sonrasında da plak tezgâhı açmaya başladım pazar günleri. Murat Beşer, Apaçi Ayhan Abi, Led Zeppelin Yaşar, Zappa Çetin, Balıkçı Güray gibi insanlarla orada tanışıp, dostluk kurup, müzik hakkında konuşmaya, ilham almaya başladım. Daha sonra Galipdede Caddesi Tünel’deki Agâh Karaburçak’ın Karma Kitabevi sahaf dükkânında bir yandan çalışıp, bunun karşılığında plaklarımı sergiledim, sattım. Bu sahafın karşısındaki Pera Kitabevi’nin eski sahibi Talya Nomidis’ten yüklü miktarda bir plak arşivi aldım. Daha çok caz ve klasik müzik ağırlıklı olmakla birlikte, bizim Türk beat ve psychedelia’sına ait birçok nadir 45’lik de bunların arasındaydı. Aynı dönemde artık kendi yerimi açmak için etrafa bakarken, Narmanlı Yurdu’nu keşfettim. Caddenin kalabalığından uzak, 50’den fazla kedili, pek işlek de olmayan çok güzel bir avluda 8 metrekare bir yer tuttum.”
Narmanlı Han’ın yeni yapılmış, cillop gibi betonlanmış halinin bir resmi düştü geçen gün basına. Ne ağaç kalmış ne kedi. Bütün anılar özenle silinmiş, sökülüp atılmış. Bir zamanlar fakir ama onurlu bir Narmanlı Han vardı diye geçti içimden.
İnanın “Beyoğlu bitti vah vah” falan demek değil niyetim. O seviyeyi çoktan geçtik. Sadece bir zamanlar böyle şeyler de yaşandı, böyle insanlar buralarda gezdi, tozdu, yaşadı, birileri belki bilmek ister diye yazıyorum bunları. Kayıtlara geçsin diye.