İstanbul’dan Londra’ya gelen arkadaşlarım bir şey lazım mı diye sorduklarında ilk talebim kitap oluyor. Günümüzün yüksek iletişim ve yüksek ve kolay dağıtım çağında kitap hala en az ve en zor bulunan şey.
Londra’da kitap bol elbette, burası dünyanın en büyük basılı içerik üretim merkezlerinden biri ama Türkçe kitap derseniz o yok gibi. İnternetten satın aldığınızda kitabın neredeyse beş katı ücret ödemeniz gerekiyor. Makul bir fiyata aradığınız kitabı bulmanız neredeyse imkânsız. Yeni çıkan ve promosyon döneminde olan kitapların dahi yurt dışında bulunmasının bu kadar zor olması anlaşılır bir iş değil.
Yurt dışında yaşayan ve kitap okuyan yüz binlerce Türk var. Bugüne kadar bu konunun çözülmemiş olması şaşırtıcı.
İşin daha da ilginci, Türkçe kitapların e-kitap versiyonlarının hiç olmaması. Günümüzün online dağıtım imkânlarını kullanmayan yayınevlerini buradan uyarmak isterim. Tamam, Türkiye’de basılı kitap satmak için belki bu stratejiler ama yurt dışında yaşayanlara özel imkânlar da olmalı. Türk kitapları yurttan dışarı çıkamıyor maalesef. Ne fiziksel ne de online olarak.
Ne diyordum ben, gelenlere kitap getirtiyorum. Pandemi döneminde gelen giden de olmadığından kütüphanemdeki kitapları yeniden okumaya girişmiştim. Artık yeni kitaplar da okuyabiliyorum Türkçe, neyse ki.
Geçenlerde bir dostumun getirdiği kitaplardan biri uzun zamandır peşinde olduğum ama az basıldığından pek bir yerde bulunamayan “İstanbul’da Rock Hayatı” adlı kitaptı. Mimar Sinan Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, bir dönem benim de Fransızca Kamu’dayken kendisinden sanat sosyolojisi dersleri aldığım Ali Akay’ın Derya Fırat, Mehmet Kutlukan ve Pınar Göktürk ile birlikte gerçekleştirdiği bir çalışma bu.
90’ların başında Beyoğlu’nun değişimi, dönüşümünü, bu dönüşümün baş aktörlerinden olan rock camiasını inceleyerek anlatmaya girişen bir çalışma. Birinci basımı 1995. İkinci basımı Akay’ın güncel girişiyle 2021’de yapılmış. Bu anlamıyla güncel bir bakış da eklenmiş.
1995’te gelmekte olan, kırılma noktasını belki henüz yaşamamış bir büyük kültürel değişim dalgasını tarif etmeye çalışmak hayli cesur bir iş. Bugünse geçmişe bakıldığında tablonun tamamı daha iyi görünüyor.
1970’lerin özellikle ikinci yarısında tırmanan şiddetin iyice ıssızlaştırdığı Beyoğlu’nun darbe sonrası geçen 10 yılın ardından yavaş yavaş sanatçılar tarafından mesken edinilmesiyle 90’ların başında hareketlenen bir kültür ortamından söz ediyoruz. Ben de bu ortamın bir parçasıydım, içindeydim, yakından değerlendirebiliyorum kitabın malzemesini. Yazılacak çok şey var ama Beyoğlu’nda bohem yaşamın, eski apartmanlarda, binalarda yeşeren yeni bir kültürün çıkışı tarif ediliyor. İçerik bundan ibaret değil ama bu önemli.
“1990’ların başında yeni bir dünya ortaya çıkmaktaydı. Umut dolu, özgürlük hayalinde, duvarların yıkıldığı, milli değerlerin daha kozmopolit olduğu eski İstanbul’a göz kırpmak istemekteydi. Modern ve çağdaş bir şehrin görüntüsünün arzusunda olan bu gençlik bu caddede toplanmaya ve dolaşmaya, takılmaya başlamıştı” diye anlatıyor Ali Akay isabetle.
Bir felaketin ardından, terk edilen beton binalardan fışkıran yemyeşil filizlerle doğanın geri dönmesi gibi Beyoğlu’na da yaşam kendi tarzında yeni bir biçimde geri dönüyordu. Döndü de. 90’lar ve 2000’lerin başlarında yükseldi. Sonra değişmeye başladı bu durum. Kapitalizm kendini dayattı. Kâr tek amaç olunca işin rengi değişti. Rant oluştu. Rant işleri değiştirdi. Gerisini biliyorsunuz.
Bugün eski Beyoğlu aranıyor devamlı sohbetlerde. Bu konu konuşuluyor. O günler özleniyor. Halbuki 1995’te ilk kez yayımlanmış, 2021’de güncel versiyonu ikinci baskıyı yapmış bu kitap bana şunu gösteriyor: Beyoğlu, İstiklal ve çevresi her zaman felaketler, inişler çıkışlar yaşamış. Her zaman toparlanmış, yeni bir kültür yaratmış. Bugün gene aynısının olacağına dair işaretler var. 90’ları okuyunca bugünü buldum.
Yeni kültür Beyoğlu’ndan çıkar, ülkeye yayılır. Bu döngüde kırılmalar çok oldu ama gelecek aydınlık. Ali Akay’ın 90’lara odaklı çalışması karamsarlık değil umut verdi.
Ben Beyoğlu dedim ama siz İstanbul diye daha geniş olarak da okuyabilirsiniz.