Tame Impala’dan bir tane daha olsa ne iyi olurdu diye düşünmüşlüğüm çok vardır. Pond dileklerimi gerçeğe dönüştürüyor. Pond, Tame Impala’nın turne gitaristi Nick Albrook’un 2008’den bu yana kesintilerle de olsa devam ettirdiği müzik projesi. Hem müzik açısından Tame Impala spektrumunda hem de Kevin Parker dahil bu grupla ortak üyeleri var. Tame Impala gibi Perth şehrinden çıkan ekibi Avustralyalı bir başka ekibe, Empire Of The Sun’a da benzetiyorum. Çünkü müzikal estetik anlayışlarının bir ucu Tame Impala’nın 60’lar ve 70’ler klasik rock ve psychedelic referanslarına diğeri 2000’ler model synthe’ler ve vokallere uzanıyor. (“The Weather” - Pond, Marathon Artists)
Son albümünü 1995 yılında yayınlayan İngiliz shoegaze ekibi Slowdive, 2017’de yeni albümle geleceğini ilan edince elbette merak konusu olmuştu. Acaba ne yaptılar? Tarih bir sürü başarısız geri dönüşle dolu. Slowdive’ın bu aynı adlı albümü bir kere geçmişe saygıda kusur etmiyor. Durgun suda yayılan mürekkep gibi şekilden şekile giren gitar tonları, belli belirsiz vokaller, hipnotize eden davul ve bas tekrarları, her şey yerli yerinde. Öte yandan bu albüm geçmişte kalmış değil. Eski değil. Yeni, gıcır gıcır, modası geçmemiş şarkılar ve bir sound sunuyor. Slowdive, bir grubun sonuncusundan 22 yıl sonra tekrar bir araya gelerek yapabileceği en kusursuz albümü yapmış. Yılın en iyileri listemde. (“Slowdive” - Slowdive, Dead Oceans)
İngiliz pordüktör Stephen Wilkinson’un (Bibio) geçen yıl yayınladığı “Serious” adlı kısaçaların devamı niteliğinde bir kısaçalar Warp etiketiyle yayınlandı. Bibio’nun popüler işleri ile elektronik ağırlıklı işleri arasında bir fark var: “İlkini sizin için, ikincisini kendim için yaptım” gibi bir fark bu. Başarılı bir lo-fi electronica çalışması bu. Plağını bulursanız anında kapacağınız (1000 tane basılmış), şu sound’u bir de plaktan dinleyeyim ben dedirten türden. (“Beyond Serious” - Bibio, Warp)
Babasından nefret eden, aynaya bakınca babasını görmekten korkan birinin hikayesiyle başlıyor albüm: “My Old Man”. Otobiyografik bir eser mi? Belki. 27 yaşındaki süper uncool insan mac Demarco hayatı ciddiye alan biri olmadığını her hareketiyle, özellikle de gitarının oradan oraya savrulan tonuyla anlattı. Ancak üçüncü uzunçalar albümünde derin konulara dair fikirler çıkagelmiş. Havadan sudan bir muhabbetin yeteri kadar uzadığında eninde sonunda kendinize gelmesi gibi bir durum. Kaçmak yerine yüzleşmeyi tercih etmiş Demarco, elbette kendi tarzında yapmış bunu. (“This Old Dog” - Mac DeMarco, Captured Tracks)
Etkinliklerden etkinlik beğen
Tame Impala’dan bir tane daha olsa ne iyi olurdu diye düşünmüşlüğüm çok vardır. Pond dileklerimi gerçeğe dönüştürüyor. Pond, Tame Impala’nın turne gitaristi Nick Albrook’un 2008’den bu yana kesintilerle de olsa devam ettirdiği müzik projesi. Hem müzik açısından Tame Impala spektrumunda hem de Kevin Parker dahil bu grupla ortak üyeleri var. Tame Impala gibi Perth şehrinden çıkan ekibi Avustralyalı bir başka ekibe, Empire Of The Sun’a da benzetiyorum. Çünkü müzikal estetik anlayışlarının bir ucu Tame Impala’nın 60’lar ve 70’ler klasik rock ve psychedelic referanslarına diğeri 2000’ler model synthe’ler ve vokallere uzanıyor. (“The Weather” - Pond, Marathon Artists)
İngiliz pordüktör Stephen Wilkinson’un (Bibio) geçen yıl yayınladığı “Serious” adlı kısaçaların devamı niteliğinde bir kısaçalar Warp etiketiyle yayınlandı. Bibio’nun popüler işleri ile elektronik ağırlıklı işleri arasında bir fark var: “İlkini sizin için, ikincisini kendim için yaptım” gibi bir fark bu. Başarılı bir lo-fi electronica çalışması bu. Plağını bulursanız anında kapacağınız (1000 tane basılmış), şu sound’u bir de plaktan dinleyeyim ben dedirten türden. (“Beyond Serious” - Bibio, Warp)
Babasından nefret eden, aynaya bakınca babasını görmekten korkan birinin hikayesiyle başlıyor albüm: “My Old Man”. Otobiyografik bir eser mi? Belki. 27 yaşındaki süper uncool insan mac Demarco hayatı ciddiye alan biri olmadığını her hareketiyle, özellikle de gitarının oradan oraya savrulan tonuyla anlattı. Ancak üçüncü uzunçalar albümünde derin konulara dair fikirler çıkagelmiş. Havadan sudan bir muhabbetin yeteri kadar uzadığında eninde sonunda kendinize gelmesi gibi bir durum. Kaçmak yerine yüzleşmeyi tercih etmiş Demarco, elbette kendi tarzında yapmış bunu. (“This Old Dog” - Mac DeMarco, Captured Tracks)
İtiraf ediyorum?
“Billions”ın bu sezonunun sondan bir önceki bölümü, uzun zamandır izlediğim en “Oh be içimin yağları eridi” temalı bölümdü.
“The Americans”ın yeni sezonunda hiçbir şey olmuyor (bkz. son bölümü izlemeden büyük konuşmak). İzlemeyenler üzülmesin diye dişe dokunur bir şey olmuyor dizide.
Televizyon izlemeden televizyon izlemek şahane bir his. Sağ olsun dijital platformlar; Netflix ve diğerleri.
Bazen çay ve petit beurre bisküvi kadar huzur veren çok az şey var hayatta.