Bir ülkede hukuk sipariş edilen sonuca varılabilmesi için yorum farkıyla değişebiliyorsa, birilerinin istediği gibi hesaplaşma meydanına dönüştürülüyorsa, adalet yok demektir.
Beş bin hâkim ve savcının ihracını yıllarca düşünmek gerekiyor!
“Karşımızdaki tablo dehşet vericidir” diyerek meseleyi anlatan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli diyor ki:
81 ilimizde düzenlenen operasyonlarda toplamda 7 bin kişi hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. 9 bin 103 polis açığa alınmıştır. KHK ile önemli adımlar atılmış, 3 bin 974 kamu görevlisi ihraç edilmiştir. Katil çetenin bulundukları her alanda tamamen sökülüp atılması milli beka meselesidir. Bu yapılırken adalete de dudak bükülmemelidir. Kim suçlu, suçsuz iyi ayırt edilmelidir. Henüz tabandan tavana çıkılamamıştır. İmtiyazlı isimlere dokunulmamıştır. Zabıt kâtibini, vaizi, teknisyeni, odacıyı, işçiyi devletten atmakla hedefe varmak düşünülemeyecektir.
*
Hukuk, hiç kimsenin hesaplaşma alanı değildir...
Bumerangı sevinç çığlıklarıyla fırlatıp gidişini alkışlayarak seyredenler yıllar sonra bumerangın geri dönüş yolunda vuruldu.
Dün 1 Mayıs’tı.
Yani, işçinin ve emekçinin günüydü.
Emekçilerin haklarını aramak ve sahip çıkmak öyle lafla olmuyor!
Sloganlarla hiç olmuyor...
Fast Company dergisi Amerika’da başarılı işadamımız Hamdi Ulukaya’yı kapağına taşıyor, daha sonra en çok izlenen 60 Minutes programında tanıtıyor.
Ve daha önemlisi, geçen hafta Time dergisi Ulukaya’yı En Etkili 100 İsim arasında gösteriyor.
Amerika’da tek başına emekçinin haklarını korumaya çalışan ise Hamdi Ulukaya...
Ve mülteci düşmanlığına ve İslamofobi’ye açtığı savaşla sürekli Amerika medyasında gündeme geliyor...
Ve Zürih’ teyiz...
Bir zamanlar paranın saklandığı yer diye bilinen, bugünlerdeyse finans merkezi diyebildiğimiz bir kent...
Tabii Cenevre’yi eklemek lazım...
İsviçre’nin zenginliği yoksa Alp Dağları’ndaki kayak tesisleri, saat, çakı, çikolata, peynir ve Heidi’den ibaret değil yani!
Paranın gizli adresi olma unvanını her ne kadar Amerika’daki 11 Eylül olayından sonra kaybetmiş gibi gözükse de hâlâ pozisyonunu koruyor gibi...
Lakin dünyada her geçen gün para kendine saklanacağı farklı alanlar buluyor.
Klasik ticaret her geçen gün biraz daha tarihe karışıyor...
Salı günkü “Çıplak ayaklı çocuklar” başlıklı yazımızda yazar Johanna Spyri’nin eserinden çizgi filme uyarlanan Heidi’nin hikâyesinde bir dönem İsviçre’deki çocukların yaşadığı drama değinmiştik...
Sahipsiz, annesiz ve babasız kalan, suç işleyen, borcunu ödeyemeyen, boşanan, evlilik dışı veya işsiz kalan ailelerin çocukları o devirde devlet politikası gereği kiliseler aracılığıyla zengin ailelerin yanlarına “köle veya hizmetçi” olarak verilirmiş...
Ya da satılırmış!
Küçük ayaklı bu fakir ve sahipsiz çocukları diğer zengin ailelerin çocuklarından ayıran tek fark, ayakkabısız oluşları imiş...
Soğuk dağların eteklerindeki köylerde bile yılın on iki ayı ayakkabısız dolaşan bu çocuklar için yazar Sevim Akyürek şöyle diyor:
Ahırlarda hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde hemen her zaman aç olan bu çocuklar, toplumsal hayatın olağan, sıradan bir parçası olarak kabul gördü.
“Bunun bir tür kölelik sistemi olduğu idrak edildikten sonra bile, uzun zamanlar boyunca İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu halinde üstü örtüldü” diyen yazar Sevim Akyürek, İsviçre toplumunun bu gerçekle uzun yıllar yüzleşmeden yaşadığını belirtiyor.
***
Ve Bad Ragaz’dayız...
Trenler ülkesi İsviçre denildiğinde peynir, çikolata, bıçak ve Heidi akla geliyor...
Ülkemizde ise her köşe başında karşımıza çıkan Migros süpermarketleri de İsviçre markası...
Bad Ragaz’dan Maienfeld kasabasına doğru trenle geçiyoruz...
Küçük bir tren istasyonunda indikten sonra mor leylak ağaçlarının arasından yokuş yukarı çıkarak Heidi’nin köyüne doğru yol alıyoruz.
Beş yaşına giren kızım Ayşe Zeynep tüm çocuklar gibi Heidi meraklısı...
Belki de dünyanın hemen her yerinden Heididorf köyüne gelen ziyaretçilerin ortak noktası elbette çocuklar...
23 Nisan günü Heidi’nin köyüne götüreceğime dair söz vermiştim...
Cenevre’deyiz...
Yıllarca gelip gidiyoruz.
Kent hep aynı...
Sokaklarına kadar ezberledik adeta...
Bir göl kenarında sükûnetin şehri Cenevre’de baharın sessizliğini yaşıyor insanlar.
Ve çocuklar...
Atlıkarıncalar kentin hemen yerinde.
Referandum sonuçlarına itiraz süreçleri demokratik bir haktır ve bir taleptir. Lakin, itirazlara verilen ret cevaplarına rağmen hâlâ sonuçlara şüphe rüzgârı estirmeye çalışmak artık demokrasinin ötesinde bir şey.
Ayrıca Amerika’da her geçen gün saygınlığını gittikçe yitiren medyanın olağanüstü bir çaba sarf etmesi ise başka bir garabet.
Türkiye’deki referandum seçimleriyle ilgili ipe sapa gelmez iddiaları sayfalarına taşıyan New York Times’ın, CNN ve BBC’nin yayıncılık anlayışsızlığını ve sorumsuzluğunu kimsenin tartışmaya açmaması ise daha büyük bir gaflet.
Demokrasiyi sevdiğini iddia eden bu global medya 15 Temmuz darbesinin kadrolarını ülkelerinde sakladıkları gerçeğini görmezden geliyor.
Darbecileri besleyen, büyüten ülkelere tek kelime etmemeleri bizlere gerçek yüzlerini gösteriyor...
*
Dışarıdaki garabet böyle...
Ve sandıklar açıldı...
YSK kesin sonuçlarına göre, evet yüzde 51.41, hayır ise yüzde 48.59.
İtiraz kampanyaları düzenleniyor ama şüphe izi bırakmak ne acıdır ki muhalefetin içine düştüğü ve alışkanlık haline getirdiği bir komedya!
İstediği sonucu alamayanların çareyi de daima itiraz kapılarında araması gelenekselleştirildi...
Halk, referanduma gidişin mesajını anlıyoruz ki biraz farklı algılamış.
Elbette parti teşkilatları, belediyeler istendiği gibi çalışmamış olabilir ama buradaki kırılma noktalarını ve fay hatlarını mutlaka değerlendirmeye alıp yeni stratejiler bulunacaktır.
Ve özellikle de kararsızların, yani “utangaç” denilen kitlenin çekimserliği çok iyi analiz edilmeli...
O utangaç kitle 2019 yılına kadar yeniden ikna edilebilir ve kazanılabilir!