Toplumda henüz karşılığını bulamamış bir ‘yeni anayasa’ konusu var. Gündeminizde bu konu var mı?
Biliyorsunuz, Anayasa hükümet tasarısı olarak getiremiyor, milletvekillerinin bunu yapması gerekiyor. Meclis’te süren bir çalışma var ve biz de bakanlık olarak talep edilmesi halinde, mutfağımızdan çalışmalara katkı sunuyoruz. Uzlaşma komisyonunun yaptığı çalışma üzerinde Ak Parti ve CHP arasında kısmı bir uzlaşma görünüyor.
60 madde...
Evet.
Uzlaşma sağlanacak ve 60 madde değişecek mi?
Parlamento bu atmosferde giderse işler zorlaşır. Şu anda parlamentoda sağlıklı bir çalışma zemini göremiyorum. Siyaset üstü bakan, ülkenin yararına konularda işbirliğine açık bir zemini oluşturmak lazım Meclis’te.
Yani, seçim sürecine girdik, bu süreçte anayasa beklentisi fazla iyimserlik mi?
Süreç işliyor, tamamen ümitsiz değilim ama gidişatı da çok hayra yormuyorum.
Birbirimizi çok yaraladık
Peki, geçmişe göre toplumdaki rahatlama neden Meclis’e yansımıyor?
Eskinin siyaset tarzı maalesef yeni kuşaklara da sirayet ediyor. Fakat şunu da tespit etmeliyim; geçmiş yıllarda siyaset yapanlar birbirlerini eleştirmişler, ağır muhalefet de yapmışlar, ama bunlar nezaket ve zarafet çerçevesinde kalmış. Hiciv katmışlar, mizahı kullanmışlar. Bugün ise eleştiri ve muhalefet çok hoyratça yapılıyor. Adeta bir küfürleşme. Tek taraflı bir eleştiri yapmış olmayayım, elbette ki muhalefetin daha makul bir seviyeye getirilmesinde iktidara düşen görevler de var.
Ne gibi?
Bu zemini oluşturmak için her imkan kullanılmalı. Şu anki parlamento zemininde birbirimizi çok fazla yaraladık, siyaseti hepimiz biraz fazla taarruz modunda yapıyoruz. Bu ülkemize fayda getirmez. Sadece Meclis’in çalışma saatlerinden çalıyoruz.
Başörtüsü siyasi gündemden düştü
Dört milletvekilinin, Meclis’e başörtüsü gelmesi sonunda yaşanan tablo ‘olgunluk’ olarak görüldü ve bu Meclis’e itibar katmadı mı?
Tartışılacak bir konu değilken, başörtüsünü yıllarca tartıştık, insanlar aşağılandılar, hayatları kararanlar oldu. Türkiye, bu tartışmadan çok zaman kaybetti. Şimdi ise normalleşen bir seyir içerisinde makul olanda buluştuk. Toplumda, sokakta çözülmüş bir problem Meclis’te de çözülmeliydi. Burada, sorumlu davranan muhalefete de teşekkür ediyorum. Başörtüsü sorunu gündemden düşmüştür.
Yani siyaset başörtüsünden elini çeksin.
Şöyle diyelim, başörtüsü ne iktidarın zafer olarak kullanabileceği bir konudur, ne de muhalefetin memleket elden gidiyor diyeceği bir argümandır.
‘Başörtüsü yasak’ cümlesi yok
Demokratikleşme paketinde başörtüsü konusunda bazı meslekleri hariç tuttunuz. Bu içinize sindi mi?
Kılık kıyafet yönetmeliği doğrudan bir yasak getirmiyor. Yönetmelik, “özel kıyafet giyen kamu görevlileri ilgili kurumun yapacağı düzenlemelere göre kıyafetini tespit eder” diyor. Asker, “polis, hakim ve savcı bu yönetmeliğin dışındadır” diye bir istisna getirildi ama bu doğrudan bir yasak içermiyor.
Yani?
Bunun anlamı şu: İlgili kurumlar kendi kıyafetlerini bu yönetmelikten bağımsız olarak yaparlar. Bu bir yasak cümlesi değil. Askerin kendi kıyafetini, polisin kendi kıyafetini, hakim ve savcıların da HSYK marifetiyle kendi kıyafetlerini belirleme imkanı var.
Hakim ve savcıda yaş 30
30 yaşın altında hakim ve savcı yapılmaması konusunda bir çalışma olduğu kamuoyuna yansıdı. Nedir bu işin aslı?
Yargının sorunlarını; fiziki ve teknik altyapıdan, mevzuattan, insan unsurundan, ceza ve infaz sisteminden kaynaklanan sorunlar şeklinde dört başlıkta değerlendirip kısa, orta ve uzun vadede yapacaklarımızı sıraladık.
Sorunun ilk üç ana kaynağını önemli ölçüde hallettik. Türkiye; mevzuat, fiziki ve teknik altyapı konusunda AB standartlarını yakaladı, ceza ve infaz sistemini rehabilite ettik. En önemli sorun insan kaynağıydı. Bu sorun hem nitelik hemde nicelik yönü vardı.
Teknik eleman ihtiyacını karşıladık, hakim savcı sayısında yüzde elli artış sağladık ama yeterli değil.
Nicelik tamam da, nitelik?
Yargıda yaşadığımız en önemli problem niteliktir. Hukuk fakültesini bitiren, kısa bir stajın ardından, 24-25 yaşında kürsüye çıkıyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bu kadar hızlı kürsüye çıkartılan hakim, savcı yok. Bizdeki durum nitelik sorunu olşturuyor. Dedik ki, hakim ve savcı adaylarını, adliyelerde adli hizmet uzmanı olarak çalıştıralım. Orada hakim, savcı yardımcısı pozisyonlarında tecrübe edinsinler. Bu süreçte başarılı olanları hakim, savcı olarak göreve başlatalım.
30 yaş sınırı var mı?
Bu doğru bir düşünce ama çalışmalar bitmedi. Tecrübeyle yoğrulup kürsüye çıkan hakim, savcılar güven veren adalete erişmede bizim için en önemli aktörler olacaklar.
Yargı mensuplarının vicdanları ile cüzdanları arasında sıkıştığı, adaletin bir posta puluna muhtaç olduğu günler bitti mi?
Hakim, savcıların fazla sıkıntıları yok ama çok da müreffeh bir noktada değiller. Maddi durumlarını daha da iyileştirmek hedeflerimiz arasında.Teknik imkanlar, kaynak ve ödenek konusunda sıkıntı yok.
Tutuklu yargılamada AB’den iyiyiz
Bir dönem uzun tutukluluk gündemdeydi ve çok tartışılıyordu. Şimdi adı bile geçmiyor, ne oldu?
Tutuklular ne kadar popüler ise o kadar gündemde tutuluyor. İlke bazında tartışmıyor kimse. Bizde tartışmalar daha kişisel kalıyor maalesef. Türkiye’de 2001 yılında cezaevinde bulunan her yüz kişiden 50,4’ü, tutuklu, bugün ise her yüz kişiden 20’si tutuklu, 80’i hükümlü. Türkiye’de tutuklu yargılama oranı AB ortalamasının 3 puan altında.
Tutuklu sayısı ve tutuklu kalma süreci de eleştiri konuları.
Bu yanlış bir algı. Bugün cezaevlerinde 28437 tutuklu var. Bunların yüzde 77’si son 12 ayda tutuklanmış. Bir-iki yıl bandında tutuklananların oranı yüzde 15. Toplamı yüzde 93. İki-üç yıl arasında yüzde 5. Üç yılın üzerinde tutukluluk oranı yüzde 4’ü geçmiyor.
2013 ilerleme raporunda AB bu konuya değindi.
Bir hakkı teslim ettiler. Eksikliklerimizi kilimin altına süpürme yoluna gitmedik, sorunlarla yüzleştik ve onları küçültmeye dönük adımlar attık. AHİM karnemizde de iyileşmeler var.AİHM’ye giden doslalarda bir yıl içinde yüzde 25 azalma var.
İç hukuk yolları daha da güçleniyor. Hakim ve savcılar da bu konuda sorumluluk getirdik, AHİM’ye gidip ihlal alan dosyaları sicillerine işlenecek ve terfilerde etkili olacak. Strasbourg Mahkemesinde bugün Türkiye modeli diğer ülkelere önerilir hale gelmiştir.
Ailelerle helalleştik
Kayseri Pınarbaşı’nda, cezaevi rink aracında yanarak ölen tutuklu ve hükümlüler için devlet kendini sorumlu tutuyor mu?
Elbette.
Ne yaptınız, tazminat ödediniz mi?
O vahim olayda hayatlarını kaybeden kişilerin aileleri ile mahkemeleşmeden anlaşarak, tazminatlarını ödeyip hellalleştik... Artık böyle taşımalar olmayacak.
Nakil ihtiyacını ortadan kaldıran altyapıyı hayata geçirdik. Şimdi Van’daki bir sanığın İstanbul’da ifade vermesi için oraya gitmesine gerek yok. Sesli ve görüntülü sistem üzerinden ifadeler alınıyor.
Türkiye böyle devam edemezdi
Ergenekon, Balyoz davalarını nasıl takip ettiniz? Ergenekon Davası’nda müebbet hapis cezasına çarptırılan Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ile aynı dönemde görev yaptınız, aynı masada oturduruz.
Evet.
Ne hissediyorsunuz, ne düşünüyorsunuz?
Zor duyguyar bunlar. Yıllarca beraber çalıştığımız bir genelkurmay başkanı. Böyle olmasını temenni etmezdik. Ancak ortada bir yargılama süreci var ve mahkemelerin verdiği karalar var. Temyiz süreci işleyecek, o yüzden daha ileri bir şey söylemem. Fakat bir paratez açma ihtiyacı duyuyorum; Türkiye, her sekiz-on yılda bir darbe ve muhtıralarla demokrasisini askıya alan bir ülkeydi. 21. yüzyılda AB ile tam üyelik müzakereleri yaparken yoluna böyle devam edemezdi Türkiye. Mutlaka bunlarla yüzleşmemiz gerekiyordu. Deniliyor ki, bütün bu yargılamalar hepten boş, bunlar uydurma şeyler. Peki altmış yıldır bu ülkeye darbe ve müdahaleleri leylekler mi getirdi. Ülkenin önünü açacak performans gösterilmeliydi ve bu yargılamalar bir ilk oldu.
Süreç tutuksuz devam etmeli
Tutuklu milletvekilleriyle ilgili bir çalışma var mı?
Bu kişiler seçimlerden önce tutukluydular ve cezaevindeyken aday gösterilip vekil seçildiler.
Yani vekil oldukları için tukuklanmadılar.
Evet, bu iki durum çok farklı. Bize göre, seçildikten sonra eğer çok vahim bir suçtan yargılanmıyorlarsa sürecin tutuksuz devam etmesi lazım. Bunun için de anayasanın 14 ve 83.’üncü maddelerinin değiştirilmesi gerekiyordu. Maalesef Meclis’te bunu sağlayamadık.
Yani bu süreç bitti mi artık?
Neticede yapılan bir yargılama faaliyetidir ve yargının tasarrufudur. Ötesinde bir şey söylemek haddimiz değil ama parlamentodaki yasama faaliyetleri ile bu sürece müdahale etme imkanına sahibiz. Yasalarla oynayarak, anayasayı değiştirerek bu sürece müdahale imkanımız vardı fakat bu yapılamadı.
Hakarete varan saldırılar yapılıyor
Başbakan Tayyip Erdoğan adalet mekanizmasını çok mu meşgul ediyor?
İhtiyaç duyduğu konularda avukatları çalışıyorlar.
Çok mu dava açıyor Başbakan?
Eleştiri de ölçüyü kaçıran, kendisine, ailesine, çoçuklarına hakarete varan, izan ve insaf sınırlarını zorlayan saldırılar yapılıyor. Bunlara sessiz kalırsanız kabullenmiş olacaksınız. Başbakan da bu ülkenin bir vatandaşı ve yasaların verdiği imkanları kullanıyor. İnsanların suç işleme imkanları var, ama sonuçlarına da katlanırlar.
Zihnimde kalan bir cümle var, izinsiz gösteri... Bugün toplantı ve gösteri için ‘izin’ almak gerekiyor mu?
Kimse senin evinin bahçesinde, ya da senin hayatını zorlaştıracak biçimde eylem yapamaz. Bu bir hak değil. Gösteri izne bağlı değil, bildirim esası var. O da hem toplantı yapanın hem de toplantı yapılan yerin güvenliğinin sağlanması için tedbir amaçla. Burada güvenliğin sağlanması için kolluk güçlerinin bir hazırlık dönemine ihtiyacı var.
Adalet Bakanı Ergin, ‘Tecrübeyle yoğrulup kürsüye çıkan hakim, savcılar güven veren adalate erişmede bizim için en önemli aktörler olacaklar’ diyor.
FOTOĞRAFLAR: OZAN GÜZELCE
GÖNLÜMDEN GEÇENİ SÖYLERSEM
Ak Parti’de bir üç dönem şartı var. Üç dönem şart mı?
Tüzükte böyle bir kural var ve uygulanacak.
Tasası bize düştü, vekil bakanlık sonrası sanki bir iş bulmak lazım...
Doğarken siyatte doğmadık, aktif siyaset bitince de hayat bitmiyor. Farklı alanlarda yapabileceğimiz şeyler var ama şimdi bir şey söylemek için erken.
Gönlünüzden geçeni söyleyin...
Dört çocuğum var, üçü babasız büyüdü, dördüncüsü babayla büyüsün istiyorum...
Siyasete girerken eşinizle bir anlaşma yaptınız mı?
Doğrusu çantasıyla kapının önüne konulacak bir adam var karşınızda, ama bugüne kadar bana katlandılar.
Zor bir durum.
Zor tabii. Siyasetçilerin kaderi bu. Mutlaka bir bedel ödüyorsunuz.
Mesai mefhumumuz yok, güneşin üzerimize doğduğu çok oldu. Fakat önemli bir iş yapılıyor, bir tarih yapılıyor. Bu süreçte bu bedeli ödemek de siyasetçiye düşer.