Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Geçen gün okuduğum bir gazetenin kenarına not alırken alfabenin son harfinin ortasına çizgi çekmeyi ne zaman öğrendim diye düşündüm. Aklıma güzel yazı dersleri geldi. O derslerde güzel yazı defteri, mürekkep, divit ve dolmakalem derken biraz da sıkıcı bulduğum kurşunkalem, çizgili defter ve silgi dışında bambaşka bir dünya keşfetmiştim: Yazı araç gereçlerinin sihirli dünyası.

Z harfinin ortasına atılan yatay çizgi

Çocukluğumda hiç yumuşak uçlu kurşunkalem nedir bilmediğimden defterimde hep solgun harfler vardı. Oysa koyu renkli keskin çizgilerin hüküm sürdüğü güzel yazı dünyasında her şey belirgindi, HB gibi orta sert uçlu kurşunkalem çizgilerine hiç benzemiyordu aksine her şey çok canlı ve parlaktı. Çoğu arkadaşım o dönem mürekkebe başka bir gezegenden gelmiş bir varlık gibi şüpheyle yaklaştıkları için bu dersten nefret ederken ben çok seviyordum.

Haberin Devamı

İlkokulda Erdinç isimli bir arkadaşımı kıskandığımı hatırlıyorum, ne yapsa dikkatli ve özenli davranırdı. Erdinç kâğıtları makasla tam da işaret edilen yerden öyle düzgün ve hatasız keserdi ki hayretle izlerdim. Çok özenip evde alıştırmalar yaptığımı hatırlıyorum. Tam makasta ustalaştığımı düşünürken okul tatil olmuş hünerlerimi gösterememiştim.

El işi derslerinde ise Matisse gibi coşkuyla işe girişir renkli kâğıtları keser biçer yapıştırır ama her defasında ortaya berbat şeyler çıkartırdım. Sanatçı olmayacağım o zaman belli olmuştu. Şişli Lisesi’ndeki müthiş sanat tarihi dersleri bana en azından sanatsever olabileceğimi gösterdi. Sonraki yıllarda cetveli, pergeli, silgiyi, kalemtıraşı, ince uçlu teknik kalemleri ve harf şablonlarını da sevdim.

Kimine göre vakit kaybı veya acı çekme saati olarak görülen güzel yazı ve elişi dersleri benim için neşeli geçerdi. Ellerime mürekkep bulaşınca hiç dehşete düşmez veya paniğe kapılmazdım. Ellerimi iyice sildikten sonra bile parmaklarımda kalan mürekkebin o inatçı gölgesini bir çeşit gururla taşırdım. Mürekkep lekeleri yazı yazmayı sevdiğimi gösteren bir mühür gibiydi sanki.

Her el yazısı kişisel bir tavırdır. Aynı harfleri yazıyor olsak bile herkesin el yazısının bunca farklı oluşu çok şahane bir yel. Öte yandan el yazısı bir bağdır, görgüdür ve taklit yoluyla başlasa da zamanla herkes kendi yoluna gitse de bağ kopmaz. İlkokul öğretmenimle benim aramdaki bağlardan biri de z harfinin ortasına konulan yatay çizgiydi.

Haberin Devamı

Genellikle sayısalcıların “2” ile karışmaması için tercih ettiği bir tarz olduğu söylense de lisede sayısal bölümde okumadığım halde (sosyal bilimler ve edebiyat bölümündeydim) bütün yazılarımda tıpkı 7’nin ortasına büyük bir keyifle kondurduğum yatay çizgi gibi yazdığım bütün z’lerin ortasında Hacı Ethem Üktem İlkokulu’ndan taşıdığım bir çizgi vardı. Adımda veya soyadımda bir z harfi olmadığı için hayıflandığım da oluyor bazen. Elbette Türkçede ortasından çizgi geçen resmi bir “z” harfi yok. Bu tuhaf harf el yazılarında halen görülüyor ancak belki de son demlerini yaşıyor. Yeni kuşaklar büyük ihtimalle böyle bir ayrıntının farkında bile değil veya olmayacak.

Yine de insanın yalnız olmadığını bilmesi güzel şey: Mürekkepbalığı dergisini çıkardığımız dönemde yayın yönetmenim ile gezdiğimiz bir sergide çok sevdiğim hattat Emin Barın’ın yazdığı bir alfabede ve bir ebru icazetnamesinde z’lerin ortasından tatlı bir çizginin geçtiğini gördüğüm için çok mutlu olmuştum.

Haberin Devamı

Görsel: Emin Barın, 1942