Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Babalar Günü ile otomobilin alakası olamayacağını düşünen varsa parmak kaldırsın
ya da yazının sonuna gelinceye kadar sussun. Çünkü babasıyla, içinden bir otomobil geçen anı yaşamamış çok az kişi vardır diye düşünüyorum...

Geçen gün öylesine dolaşıyordum internette... Bir video paylaşım sitesinde “Seyredecek ne var?” benzeri başlıkla sunulan videolardan birinde durdum... Seyrettim ve yine durgunlaştım. Sonra yine...
Amerika’da genç bir adamın, Babalar Günü’nden bir hafta önce, 57’nci yaşını kutlayan babasına yaptığı sürprizle ilgiliydi o kısacık film. 57 yaşındaki babası, bahçede bir şeylerle uğraşırken oğlu, “Haydi garaja bir baksana!” diye sesleniyordu. Babası ilk anda anlam veremiyor ama ikinci tekrarda kafasını kaldırıp bakakalıyordu... 57 yaşındaki o adam, bir çocuk edasıyla önce sarılıverdi oğluna. Bir süre ama uzunca bir süre öylece kalıverdi oğlunun omzunda, gözyaşlarıyla birlikte. Sonra gözlerini bile silmeden, olabildiğince çabuk adımlarla yürüdü garaja ve şöyle bir baktı otomobile. Belli ki hayatta en çok istediği şey karşısındaydı... 1957 model, dört kapılı, yeşil renkli Chevrolet Bel Air.
Uzun süre inanamadı, çocuklar gibi şendi ama bir o kadar da ağlamaklı. İnanamadı, sonra anahtarı uzatan oğluna bir kez daha sarıldı sıkıca. Kocaman bir öpücük kondurdu alnına... Sonra otomobili önden arkaya bir kez daha inceledi, kocaman bir iç geçirdi hafif ağlamaklı ve umulmadık bir şey yaptı. Belki de sevgisi ve oğluna minnetini göstermek için otomobilin tavanını öpüverdi.

Otomobile meraklı değildi
Kapısını açıp da içine oturmadan “Bu gerçek, bu gerçek...” diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Ve kapısını açıp içine oturduğunda şöyle bir çevresine ve tavanına bakınıp “Bu parıldıyor adamım!” deyiverdi oğluna... Film oracıkta bitti, tabii ben de...
Babamla çok fazla ortak zevkimiz olduğunu söylemem zor olabilir belki. Kaliteli sese sahip bir “alet”te müzik dinlemek, güzel bir fotoğraf karesi yakalamak, tatlıya düşkünlük ve Anadol’u sevmek dışında tabii.
O, otomobile çok meraklı değildi. Uzun yıllar ehliyetini kullanmamış,
ancak “kaçınılmaz ihtiyaç” olduğunu gördüğünde parasını denkleştirip satın aldığı 1975 model Anadol ile faal sürücü koltuğuna oturmuştu. “Beyaz, üstü siyah” Anadol, kimi zaman şehir merkezinde bir fotoğraf çekimine gideceğinde, daha
çok da yazları Fındıkpınarı Yaylası’na çıkılacağında kullanılırdı. Kendisi çok iyi kullandığını iddia etmezdi ama benim sürücülüğümü de eleştirmeden edemezdi. Aslında dedemin “süt oğlan”ı ile deneyimim çok olmasına rağmen, nedense babamın otomobilini kullanacağım zaman benim de elim ayağım birbirine karışırdı işte. Girmeyeceğim çukurlara girer. sürtmemem gereken yerlerde çizdirirdim. Hatta bir kere yolda kalmışlığımız da olmuştu diye hatırlıyorum.

Onların anısı hâlâ çok canlı
Babam, ben daha küçükken otomobile olan düşkünlüğümü biliyordu. Zira izin için geldiği her defasında bana yeni bir otomobil getirmeyi ihmal etmezdi. Pilli ve masadan düşmeyen kırmızı teneke Volkswagen Beetle ve hemen ertesi yıl hediye ettiği beyaz renkli, pilli iri Corvette Stingray. Üstelik üzerinde “33” numara yazılıydı. Eh, babam da Mersin’deydi ve bu, tamamen tesadüftü. İki otomobil de bir kutunun içinde halen duruyor. Anıları çok taze...
Dedemin, bir gece ansızın, o çok istediğim silecekleri getirmesi kadar canlı hem de... O sileceklerle uykum bastırana kadar oturma odasının camlarında nasıl oynadığımı unutmam mümkün mü? Yağmurlu günde araç kullanır gibi, sileceklerle buğu tutmuş camlarda izler bırakmak... Ve ertesi günü sileceklerin gittiğini fark edip ağlamak... O çok istediğim silecekler, beni bir geceliğine de mutlu etmek uğruna Anadol’dan sökülüp getirilmişti... Ertesi günü yok olmasının nedeni de geri takılmasıydı kuşkusuz. Bunu da yıllar sonra keşfetmiştim. Sanırım “kemale” ermem biraz geç olmuş!
Bir dostum, babasının yıllar önce kullandığı ve sonra sattığı otomobili neredeyse 20 yıl sonra bulup satın almış, restore ettirip onun ölümünden birkaç ay önce yaş gününde sürpriz yapmıştı. Ben onları mutlu etmek için 1957 model bir Bel Air alamadım. Babam için kaymaklı ekmek kadayıfı daha makbule geçiyordu çünkü rahatsızlığı dolayısıyla yasaktı. Dedem ise dizine başımı koyduğumda “İşte bu her şeye değer” derdi.
Hadi bu yazı, onların gıyabında tüm babalara ithaf olsun... Onların günü kutlu olsun!

Haberin Devamı

Aramızda farklar vardı ama...

Haberin Devamı

Ailem Anadol’la yaptığı kazadan birkaç kırıkla kurtulmuştu.

Haberin Devamı

Kamyonete dönüştürülen Anadol

Babam, bir keresinde aileyi toplayıp İstanbul’a otomobille gelmiş ama şehir içinde kullanmayı pek göze alamadığı için bir yere gideceklerinde benim kullanmamı istemişti. O gelişin dönüşünde Konya yakınlarında kaza geçirdiklerini, takla attıklarını, Anadol’dan birkaç kırıkla kurtulduklarını da hatırlıyorum. Otomobil, o kaza sonrası kesilmiş ve kamyonete dönüştürüldükten sonra da satılmıştı.
Ardından gelen, yanlış hatırlamıyorsam 1976 model Ford Taunus ise uzun soluklu olmamış, ihtiyaçtan satılmış ve babamın otomobil macerası da böylece bitivermişti.