20’nci yüzyılın en önemli mimarlarından Bruno Taut’un fırtınalı hayatı 24 Aralık 1938’de İstanbul’da son bulmuştu
Boğaziçi Köprüsü’nden geçenlerin gördüğü Taut Evi.
İstanbul’da, 24 Aralık 1938’de 20’nci yüzyılın en önemli mimarlarından biri öldü. Genç sayılırdı, 58 yaşındaydı. İsmi, Bruno Taut’tu. 1936’dan itibaren Türkiye’de iltica ve huzurunu bulmuştu. İki yıl içinde Güzel Sanatlar Akademisi’nin profesörü sözleşmeye uydu ve daha evvelki iltica noktası Japonya’da başladığı “Mimarlık Teorisi” adlı kitabını Türkçede yayımladı.
Sayısız okul yaptı. İstanbul’da Ortaköy Emin Vafi Korusu’ndaki Japon pagodası tarzındaki evini Boğaziçi Köprüsü’nden geçenler görebilir. Ama cumhuriyet onu asıl Ankara’nın inşasında görevlendirdi. Sayısız okulundan bir tanesi benim de beş yılımı geçirdiğim Atatürk Lisesi’dir ama asıl önemlisi her köşesini hayranlıkla gözlediğim, hele törensel girişi Walhalla’yı andıran Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’dir. Cumhuriyetin bu önemli kurumu Bruno Taut’un tersimiyle bozkırın ortasında bir uygarlık tapınağı gibi ortaya çıktı. Devletin başbakanlık ve dışişleri bakanlığından daha muhteşem, unutulmaz bir Taut mirasıdır.
Büyük önderimiz
10 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı’nda ebediyete intikal etti. Naaşı, cenaze töreni programı gereği Ankara’ya intikal edecek ve Arif Hikmet Koyunoğlu’nun eseri olan Etnografya Müzesi’nin önündeki bir katafalka konacaktı. Katafalkın yapımıyla görevlendirilen Bruno Taut hayatının son eserini Kemal Atatürk için tamamladı. O telaşla Ankara’nın sert havasında tutulduğu zatürre bir müddet sonra onun kalp kriziyle ölümüne neden oldu. Sığındığı ülke ona şükranını gösterdi. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilen ilk yabancı oldu. Taut, İstanbul surları karşısında ebedi uykusunu uyuyor.
Berlin onun eserleriyle dolu
Önemli eserlerinin ise, bazı zevksiz ilaveler ve iç değişikler dışında, herkesi etkilediği açık. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ve Ankara Atatürk Lisesi’nin, mimarın orijinal tersimine göre yeniden restore edilmesi şarttır.
Fırtınalı bir hayatı oldu. 1880’de bugünkü adı Kaliningrad olan Königsberg’de doğdu. Alman Yahudisiydi. Bütün Alman Yahudileri gibi imparatorluğa ve Alman kültürüne bağlıydı, nitekim kardeşi Birinci Dünya Harbi’nde ölmüştü. İlk evliliğinden iki çocuğu oldu. Boşanamadığı için ikincisiyle evlenemeden yaşadı, ondan da sonradan ünlü bir sanatçı olan kızı oldu. Alman kültür tarihinde tiyatro dekorlarıyla da tanınır. Berlin’de Deutsche Theater’de Schiller’in ünlü dramı “Orleans Bakiresi” için hazırladığı dekorlar halen hayranlıkla hatırlanır. Berlin onun sayısız eseriyle doludur. 1924 ve 1931 arasında bu şehirde 12 bin tane ev yaptı. En meşhurları Wedding semtindeki at nalı şeklindeki site, Zhelendorf’taki “Tom Amcanın Kulübesi” denen toplu yerleşme mıntıkalarıdır.
O yıllarda, sonradan Nazilerin iptal ettiği bir mevkiye, Prusya Sanatlar Akademisi’ne seçildi. Naziler, alışıldığı üzere onu “kültür Bolşeviği” diye niteleyince daha 1933’te Japonya’ya sığındı. Ardından da 1936’da Türkiye’ye davet edildi.
Yeniden incelenip değerlendirilmeli
Son günlerde acayip toplantılar oluyor. Münasebetsizin biri, Alman Yahudilerini Yahudi oldukları için değil “Avrupalı oldukları için” davet ettiğimizi söylemiş. Ne parlak zeka ve yorum! Evet, Avrupalı diye çağırdık. Taut en parlak eserleriyle bizim Boğaziçi’ni ve bizim bozkırı süsledi, yaptığı okullarda okuyoruz, o ve öbür hocaların öğrettikleriyle cumhuriyetin ilk kuşağı yetişti. Onları kovanlar bin yıllık imparatorluğa değil bin yıl geriye düştüler. Bu harp sonrası yeni kuraklıkta yetişen bazılarının sağda soldaki saçmalamalarından Nasyonal Sosyalizmin kötü mirası daha iyi anlaşılıyor.
Bruno Taut gibi bir mimar 20’nci yüzyıl Türkiye’sinde sanatlara ve mimariye önemli bir geçiş olabilir. Yeter ki yeniden incelensin ve değerlendirilsin. Yaratıcılığın onurunu kaybeden ve sadece kazanç peşinde koşan yeni mimarimizin, mültecilikte bile ciddi ve yaratıcı eserler vermek için fedakarca çalışan bu gibi ustaları tanıması ve anması iyi olur. Bruno Taut’u 75’inci ölüm yıldönümünde ulu önderimizin yanı başında, onun için anmalıyız.