İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Millet padişahların içki merakını yabancı gelinlere bağlamıştır. Dönemin bazı yazarlarının kaleme aldıkları bugünküleri de yanıltmaya devam ediyor. Bu bakımdan Halil İnalcık’ın eseri çok önemli ve doğru bir başlangıcı işaret ediyor

Bir toplumda ziyafet, eğlence, dans ve zevk kaçınılmayan faaliyetlerdir. Zannetmeyin ki bu sadece belirgin düzeydeki bir topluma has istek ve hazdır. Ancak barbarlar bu eğlenceleri barbarca yapar, ortalık birbirine girer; medeni toplumlarda ve bilhassa yönetici çevrelerde ise eğlencenin, ziyafetin ve üzümün bulunduğu her yerde içildiği aşikâr şarabın; çok sıkı adap kuralları, tören, protokolla sınırlandığı açıktır. Sarhoşluk ve pespayeliğin bu meclislerde yeri yoktur. Hükümdar meclislerinde eğlence mutlaka musiki ve şiirle süslenir. Şark dünyasında ta firavunlardan beri bu gibi törenlerin kuralları vardır. Müslüman dünyada da bu kuralları ele alan kitaplar “Nasihatname” ve “Letâif” gibi eserler ve kullanılan fabller (Beydaba’nın Kelile ve Dimne’si ) İslamiyetten çok öncesine uzanan kaynaklardan gelir. Aşk edebiyatı olduğu kadar erotik edebiyata girebilecek “Binbir Gece Masalları” veya Hind’in “Kamasutrası”ndan gelen velev bozulmuş bir gelişmeyi temsil etse de “bahnameler” bu fasıldandır. Hind ve Sasani kaynakları geleneğin başında yer alır.

Osmanlı şiirini ortaya koyuyor
Bütün bu zenginlikten kim söz edecek ve kim bunları derleyip toplayacak? Tabii ki Halil İnalcık hocamız. Fars edebiyatı ve Osmanlı şiirine vukuf konusunda yeni nesillere örnek teşkil edecek bir çalışma “Has-Bağçede ‘Ayş u Tarab” İş Bankası Yayınları’ndan çıktı. Burada Halil hocanın İrani gelenek üzerinde onlarca klasik eseri ele aldığı ve İran Selçukluları ve Anadolu Selçukluları üzerinden Osmanlı dönemine uzandığı görülüyor. Hocamız hem Türk musiki tarihini, hem İran edebiyatını ve Osmanlı şiirini bütün örnekleriyle ortaya koymaktadır.
Ta İran’da Keykaavus’un “Kaabusnamesi”nden 16. yüzyılın ironik üsluplu dahi yazarı Gelibolulu Mustafa Ali’nin “Mevaid’un nefais fi’l Kavaid’ul Mecalis/ Meclis Kaidelerinde Nefis Maddeler” başlıklı eserine kadar bir etiket ve kaide edebiyatı yorumlanıyor. Osmanlı hiç şüphe yok ki 15. yüzyılda Semerkant ve Buhara medreselerinin astronomi ile matematik ve coğrafya bilgisi gibi Timurlular dünyasının meclis kurallarını da izlemiş görünüyor. Bu tahmini delille beslemek uzun yıllar süren bir mesainin eseri olan bu kitapta görülür. Unutmayalım Hüseyin Baykara’nın meclislerindeki şiir ve edebiyat kültürü ve sıkı kurallara bağlı eğlence Osmanlı edebiyatında defaatla zikredilerek ve bir model olarak “Baykara Meclisleri” diye ele alınmıştır.

İçkiye düşkün olanlar vardı
Osmanlı padişahlarının içinde II. Bayezid gibi sofu olanlar Sultan Reşat gibi beş vakit namaz kılanlar, Sultan Abdülhamit gibi içkiye belirli bir yaştan sonra hiç iltifat etmeyenler, Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Selim gibi perhizkârlar vardır. Bu bir ailedir ve insan cemiyetidir. Hiç şüphesiz ki içkiye ve işrete düşkün olanlar da vardır ama her şeyin kuralı vardır. Mesela II. Murad’ın içki ve yemek düşkünü olduğu belirtiliyor, ama emperyal etiketin en çok bu devirde Şark edebiyatından tercümeler yoluyla öğrenildiği ve dikkat edildiği de görülüyor. Bu meclislere dair pespayelik olayları pek kulağa gelmemiştir.
Halk ve dindarlar hükümdarın içki içmesinden hoşlanmazdı, Halil hocanın işaret ettiği üzere; Selçuklu devrinde Kadı Tırmızi bir ara Bizans İmparatoru Laskaris’e sığınan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in içki meclislerini bu Bizans’a sığınma döneminde edinilen bir kötü alışkanlık olarak tenkit ederdi. Millet padişahların içki merakını yabancı gelinlere bağlamıştır. Dönemin bazı yazarlarının kaleme aldıkları bugünküleri de yanıltmaya devam ediyor. Kimse bu işin arkasındaki edebiyat ve protokol düzenini merak edip incelemiyor. Bu bakımdan Halil İnalcık hocamızın bu eseri çok önemli ve doğru bir başlangıcı işaret ediyor. Edebiyat ve idare tarihçilerinin izlemesini umut ederim.

“Türk Hava Kuvvetleri Tarih Sempozyumu”
Aslında uçuş tarihi daha önceki sayısız denemelere ve insanoğlunun bir anlamda balonla yüzyıla aşkın bir süre önce havalanmasına rağmen, Wright kardeşlerin 1903 Aralık’ındaki uçuşuyla başlar. Türkiye’de askerler Mahmut Şevket Paşa’nın Harbiye Nazırlığı zamanında 1912’de bir anlamda hava kuvvetlerini ilk ölçekte teşkil ettiler. İtalya 1911, Trablusgarp savaşı sırasında 28 uçaklık filosunun dokuzunu bugünkü Libya’ya keşif ve bomba atmak için göndermişti ama bu uçakları oradaki Türk subaylar ve yerli Libyalılardan oluşan kuvvet düşürmeyi bilmiştir, tabii ki yer savunması ile... Gerçek anlamda havacılık zaferi 1915’te Çanakkale savaşları sırasında olmuştur. Daha önce Fethi, Sadık ve Nuri beylerin yolda şehit düşmelerine rağmen; İstanbul- Kahire seferi Yüzbaşı Salim ve Erkan-ı Harp yüzbaşısı Kemal bey tarafından tamamlanmıştır. Şam’da hava şehitlerimizin Emeviye Camii yanındaki Selahattin Eyyubi’nin türbesi yanına gömüldüğünü biliyoruz. Bu tarih yani Şubat 1911 hava kuvvetlerimizin 100. yılı için önemlidir.
Bu tarihin üzerinde durmalıyız, bizim kuşak eğitimimizdeki boşluk dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’ndan harp eden diğer modern ordular gibi Türklerin de pilotları olduğunu ve tayyarenin savaşta kullanıldığını “Arabistanlı Lawrence” filminde öğrendik. Oysa pekala Avrupa’daki modern ordular gibi Türkler de havacılığa aynı dönemde başlamış ve Birinci Büyük Harb’e katılmışlardır.
Bu hafta salı ve perşembe günleri Harbiye Müzesi’ndeki “Türk Hava Kuvvetleri Tarih Sempozyumu”nda 2,5 gün boyu 30’u aşan bildiri ile bu konular ele alındı. Doğrusu bilinmeyenler bilinenlerin çok üstündedir. Şunu da söyleyeyim, girişte gösterilen belgesel öğreticidir; televizyonlarda gösterilmesi yararlı olur. Osmanlı ordusu 19. asırdan beri piyade ve topçu eğitiminde kurmay sınıfının teşekkülü ve bunun gerektirdiği alt yapıyı yaratmak için çağdaş ordulara teknik bakımdan uyum savaşındadır. Havacılık da bu bütünün bir parçasıdır. Nitekim imkânsızlıklara ve çok daha az sayıda tayyare olmasına rağmen pilot eğitimine erkenden başlanmıştır. Havacılık tarihi çalışmalarına bu bakımdan önem verilmesi gerekiyor.