Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bülent Ecevit hiç kuşkusuz Türk siyasal yaşamının son elli yılının en önemli kimliklerindendir. Siyasal kariyerinin başında klasik bir CHP'li olan Ecevit, sol bir arayışla değil, çağdaşlaşma ve Atatürkçülük sevdasıyla genç yaşta siyasete girmiştir. Nitekim, 1957 yılında milletvekili olur olmaz, İsmet İnönü'nün himayesine girmiş ve hızla yükselmiştir. Fakat daha o dönemde CHP'nin DP karşısında zorlanmasını görerek değişmesi gerektiğine inanmıştır. Bülent Ecevit'in babası bir milletvekili ve profesör annesi ise bir ressamdır. Robert Kolej'de okumuştur. Zaman içinde Sanskritçeye merak salan böyle bir kişi, nasıl olmuştur da 1970'li yıllarda varoşlardaki düzen değişikliği umudunun simgesi olmuştur. Karaoğlan efsanesinin ardındaki toplumsal dinamikleri anlamak bakımdan bu son derece önemlidir. CHP'de değişim talebi 1965 yılına dek ortaya çıkmamıştır. 1965 seçimleriyle filizlenen bu arzu, nihayet İsmet İnönü'nün ertesi seçimlerinde ortanın solu fikrini ortaya atmasıyla açığa çıkmıştır. 1969-1971 arasında CHP'de artık ortanın solu kavgası vardır. Ve bunun da başını Bülent Ecevit çekmektedir. İnönü'nün ortanın solu ile Ecevit'in başını çektiği ortanın solu arasında iki önemli fark vardır. Biri bir boş slogandan ibarettir. Diğeri ise, bugünkü çağdaş sosyal demokrasiye pek benzemese de, gelişmekte olan ülkelerdeki sol hareketlere benzeyen bir çıkıştır.1971 yılında 12 Mart'a karşı çıkış son derece önemliydi. 27 Mayıs'a sahip çıkan bir partinin daha sonra bir askeri müdahaleye ilke olarak karşı çıkması ciddi bir yol ayrımıydı. Parti içinde bölünme yaratan "Halka rağmen değil, halkla beraber" değişimi aslında demokratikleşme ayrımıydı. Ortanın solu hareketinin Türkiye açısından en önemli özelliği bir aydın hareketi olmasına rağmen, aydınların halkla çatışmasından hareketle halkçı olmaya çalışmasıdır. Bu paradoksu da Ecevit o dönemde yazdığı "Atatürk ve Devrimcilik" kitabında çok güzel biçimde ifade etmiştir.1971-1975 dönemi Ecevit'in sivil demokrasi, halka verdiği değer ve bozuk olan düzene karşı emekten yana çıkışlarıyla yoksul kentliler gözünde adeta ilahlaştığı dönemdir. Bu dönemde de benim gibi birçok genç ona gönül vermiş, dağlara taşlara "Karaoğlan" "Halkçı Ecevit" sloganlarını yazmıştır. Ancak ekonomik kriz ve Ecevit'in iktidarda olan yetersizliği ve özellikle partisinde tek seslilik arayışları sonraki yıllarda hızla itibar yitirmesine neden olmuştur. Halkla beraber 1980 yılına gelindiğinde Ecevit partisinin kendisine yük getirdiği kanısındadır. Gerçekten de CHP hiçbir zaman Ecevit'in tam egemenliğine girmemiştir. Ecevit CHP'yi "halkla kendisi arasında bir ayak bağı" olması savıyla DSP'yi doğrudan ve içi boş biçimde örgütlemiştir.İlginçtir; bunu başarılı bir model olarak gören liderler bile olmuştur. Ama unutmayalım, Ecevit, SHP-CHP'nin yaptığı yanlışlara karşı alternatif olmasından oy almıştır. Aksi doğru olsaydı, DSP 15 yılda değil anında yüzde 20'ye tırmanırdı. Kaldı ki, Ecevit 1980 sonrasında Karaoğlan efsanesinin üzerinden de siyaset yapmıştır. Böylesine bir kişisel partiyi iktidara taşıyabilmesi Ecevit'in tek başına ne denli usta bir politikacı olduğunu gösterse de acaba Ecevit bu ustalığını Türk solunu bölme yerine, derleme toparlama görevini üstlenseydi daha doğru olmaz mıydı? Tanıdığım üçüncü Ecevit ise, 1999'da kurduğu koalisyon sürecinde hastalanan ve mecali kalmayan kişidir. İlk Ecevit'i hatırladıkça bu Ecevit'in hali beni üzmüştür. Keşke o noktaya gelmeden çekilebilseydi ve birinci Ecevit'in üstüne böylesi bir anı kalmasaydı. Yine de, Türkiye'nin ilk sosyal demokrat genel başkanı ve başbakanı Bülent Ecevit'tir. Türk solunun başı sağ olsun. hgunes@milliyet.com.tr Ayak bağı CHP