Geçen hafta Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile 5 saat süren toplantının ana konusu, yeni bir paketin içerebileceği temel önlemlerle IMF’yle anlaşmanın zorunluluğu üzerineydi. Kriz başlayalı altı ayı geçtiğine ve ekonomi yönetimi hâlâ “IMF şart mı?” diye sorduğuna göre, demek ki, şimdiye kadar böylesi bir anlaşma zaten masada yokmuş. Şimdi anlaşma olmadan yola devam edilip edilemeyeceği sorgulanıyor.
Kaldı ki, Hükümet anlaşmayı sonbahara bıraktığını açıkladı. Sonbahara gelindiğinde krizin çıkışından bu yana bir yıl geçmiş olacak. O zaman da anlaşılan “ihtiyaç kalmadı” diye konuyu kapatacaklar. Açıkçası uzun zamandır, hükümetin IMF ile anlaşma yapacakmış gibi yapıp, piyasaların olumlu seyrini sürdürmesini sağladığını düşünüyoruz. Yani “mış” gibi yapıp, aslında hiçbir şey yapmamak.
Nefsi müdafaa hakkı
Aynı izlenimi Kemal Derviş de farketmiş ki, geçen hafta İstanbul’a geldiğinde bunun mahzurlu olduğunu belirtmiş. İnsanlar gibi piyasalar da aldatılmayı sevmez. Aldatıldıklarını anladıklarında ölçüsüz tepki verebilirler. Kaldı ki, 2010 yılında Türkiye ekonomisinin dış açığı büyüyecek, finanse etmesi daha da zorlaşacak.
Gelelim para politikasının etkinliğine. Hemen belirtelim ki, Merkez Bankası (MB) yetkililerinin para politikasının etkinliğinin eleştirilmesi karşısında tepki vermesi çok doğal. Elbette para otoritesi uyguladığı politikanın etkili olduğuna inanmalıdır.
Ancak para politikasının etkinliği koyduğu hedeflerle ölçülür. Şimdiye dek MB temel hedef olarak fiyat istikrarını koyuyordu. Bu doğrultuda da koyduğu somut hedefleri 2006, 2007 ve 2008 yılında tutturamadı. Üstelik birçok meslektaşımız o ara MB’nı aşırı yüksek reel faiz uygulamasıyla eleştirdi. Yani çok sıkı para politikasına rağmen hedefler tutmadı. O halde para politikasının etkinliği elbette tartışılabilir. Gerçi MB yetkilileri bunu küresel gelişmelere, özellikle işlenmemiş gıda ve emtia fiyatlarının yanı sıra, yutiçindeki hizmetler sektörünün geç tepki vermesine bağladı.
Hangi etkinlik
Oysa biz etkinlikle, para politikasıyla büyüme arasındaki ilişkiye işaret etmiştik. ABD’de faizler düşürüldüğünde amaç ekonomiyi yeniden canlandırmak ve kredi piyasasındaki kilitlenmeyi çözmekti. Bir ölçüde de etkili oldu. Oysa Türkiye’de para politikası gevşetilirken, amaçlanan ekonomik canlanma değil, düşen küresel fiyatlar karşısında ve değişen enflasyon beklentisi karşısında nominal faizler ayarlanmasıydı.
Demek ki, faizler beklentilere göre ayarlanıyor. Hal böyleyse, faizler bir politika aracı olmaktan çok, yani bağımsız olmaktan çok bağımlı değişken olarak ayarlanıyor. Öte yandan, bu ayarlama bono faizlerini sınırlı ölçüde etkiliyor. Kaldı ki, MB önceleri, özellikle Ege Cansen gibi eleştirmenlere yanıt verirken, kısa vadeli faizlerle bono faizlerinin karıştırılmaması gerektiğini belirtirdi. Dahası, MB gösterge faizinin bankaların uyguladığı kredi faizleriyle ilişkisi bire bir değil.
Kısacası, biz hâlâ para politikasının pek etkili olmadığı düşüncesindeyiz. İşsizliğin bu denli egemen, sermaye hareketlerinin de yoğun olduğu bir yapıda (kur ne denli esnek olursa olsun) bu gerçek değişmiyor.