Önceki gün açıklanan nisan ayına ait sanayi üretim endeksi verileri hem olumlu hem de olumsuz işaretler veriyor. Birincisi, nisan ayında üretimin geçen yılın aynı ayına göre yüzde 18.5 düşmesi başlı başına yeterince olumsuz. Kaldı ki, yılın ilk 4 ayında sürekli ortalama yüzde 21 üretim düşüşü kaygı verici.
Ancak bir veya iki öncenin 12 aylık düşüşlerine baktığımızda değişim biraz daha sınırlı. Üstelik nisan ayında üretim önceki aylara göre de az da olsa artış gösteriyor. Yani verilerin umut veren bir yanı var.
Özellikle dayanıklı ve dayanıksız mal imalatında düşüşler geçmiş aylara göre daha sınırlı bir noktaya gelmiş. Yatırımlarda olan azalma yine aynı; yüzde 40’larda. Ancak burada da baz etkisini göz ardı etmemek gerek. Durumu şöyle özetleyebiliriz. Krizden çıkmış değiliz. Ancak krizin en olumsuz noktasını geride kaldığına dair bazı işaretler oluşmaya başladı. Zaten bunu son 4 ayın Tüketici Güven Endeksi’nde gözlüyorduk.
Kapı eşiğindeki üç sıkıntı
Bu noktada üç önemli konuyu tartışmak gerekiyor. Birincisi, krizden ne zaman çıkılabileceği. İkincisi, önümüzde bekleyen en önemli sorunun hangisi olduğu. Üçüncüsü de IMF ile anlaşma olmayacağına göre senaryoların ne biçimde gelişeceği.
Bu yılın ağustos ya da eylül ayında sanayi üretiminin pozitif büyümelere ulaşacağı kanısındayız. Ancak bu sınırlı kalabilir. Asıl yüksek veriler, özellikle baz etkisiyle, kasım ve aralık aylarında oluşacaktır. 2010 yılında ise ortaya çıkacak büyüme kaybedilen milli gelirin ancak bir kısmını telafi edebilir. Yani bizim tahminlerimizi sınırlı iyimserlik, yahut da gerçekçi karamsarlık olarak nitelemek mümkün.
Önümüzde tek değil, birkaç sorun var. Birincisi, bütçe darmadağın, para politikası da bayağı gevşek hale geldiği için 2010’da enflasyonun yeniden yükselmesi riski beliriyor. İkincisi, büyüme toparlanmaya başlasa da hem niteliği hem de düzeyi nedeniyle işsizliği azalmaya elvermeyecektir. Nihayet, yıllardır bütçe dengesi ve azalan kamu borçları nedeniyle böbürlenen hükümetin, iki yıl içinde tam aksi bir sendromla karşılaşacağından kaygı duyuyoruz.
Hükümetin aşırı cesareti
Hükümetlerin ya da ekonomi otoritelerinin en zorlandığı konu, hedeflerin çokluğudur. Hem işsizliği hem artacak olan enflasyonu engellemek çok zordur. Hatta kısa vadede olanaksızdır. Seçimlere iki yıldan az kalmışken, oyları düşen bu hükümet IMF’yle anlaşmadığına göre bütçede sınır tanımayacak.
Fakat böylesi bir politika Türkiye gibi bir ekonomide sürdürülemez. İç ve dış borçların yönetilmesi çok zorlaşır. Kaldı ki, açıklanan teşvik paketinin de inandırıcı olabilmesi için tasarlanan kaynakların açıklanması gerekir. Aksi takdirde, dış kaynağın yaşamsallığı büsbütün ortaya çıkacaktır.
Nihayet 2010 yılının en büyük sıkıntısı şimdiden görünmeye başladı. Artan petrol fiyatları yine dış açık sorunu yaratacak ama bu kez bunu finanse edebilecek kreditörler zorda. Kısacası, temkinli iyimserlik ya da ölçülü karamsarlığa devam...