Rodrik, iki ekonomik perspektifi değerlendiriyor. İlkinde ekonomik büyüme üç kaynaktan elde ediliyor. Birincisi, verimlilik, ikincisi teknolojik gelişme, diğeri de makroekonomik istikrarı sağlamak, bunun kalıcılığı için yapısal reformları sürdürmek ve böylece iyi bir yatırım ortamı sağlamak. Bu perspektifte kur makroekonomik dengeleri sürdürdükçe önemli değil. Hatta aksine, yurtdışında rekabet sağlasa da, verimliliği düşürüyor. Bu nedenle de kura müdahale gerekmiyor.İkinci perspektif ise, büyüme elde ederken sadece verimlilik artışına bel bağlamıyor. Aynı zamanda yapısal değişimi, kayıt dışı imalatı azaltmayı, sanayide kapasiteyi artırmayı ve daha rekabetçi bir kur ortamını amaçlıyor. Kur politikaları yapısal dönüşüm sağladığı için değerlenmeye karşı telafi edici politikaların üretilmesi gerekiyor. Önceki hafta e-posta kutuma Harvard Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Dani Rodrik'ten bir mektup gelmişti. Rodrik, Forum İstanbul'da yaptığı konuşmanın sunumunu yollamış. Bu sunumu okuyucularımla geç de olsa paylaşmak istiyorum. Rodrik hızlı, sürekli ve adil bir büyüme stratejisinin ikincisi olduğunu savunuyor. Sadece verimlilik artışıyla elde edilen büyüme nihayet işsizlik yaratırken, kapasite genişlemesine yol açan büyüme tarzı emek talebi yarattığından işsizliği de azaltabiliyor. Bu nedenle büyümenin tasarımı son derece önemli. Elbette emeğin daha etkin ya da verimli kullanılması önemli. Bu noktadan hareketle Rodrik tarım dışında kalan artan emek arzının, verimliliği yüksek sanayi kesimine kayabilmesiyle elde edilen yarara bakıyor. Eğer bunun yarısı sağlanabilseymiş, kişi başına gelir yüzde 9 kadar artacakmış. Eğer tamamı çekilebilseymiş, kişi başına gelir yüzde 20, eğer 2001'den bu yana hizmet kesiminde istihdam artmasaymış kişi başına gelir yüzde 30'a yakın artacakmış. Hem de sadece 4 yılda!!Buradan Rodrik, yapısal değişimin kaynağı ve itici gücünün imalat sanayiinde yatırım ve kapasite artışı olmak zorunda olduğu sonucunu vurguluyor. Devamla da verimliliğin elde edilmesinde kur politikasının önemine değiniyor. 1980'li yıllarda reel olarak kur değer kaybedip ihracatı teşvik ederken, 1990'lı yıllarda, aksine, değer kazanarak verimliliği sarsmıştır. Bu açıkça ortaya konuyor. Zaten bu ilişki Çin, Hindistan ve Meksika için de geçerli. Hızlı ve adil büyüme Merkez bankalarının belli bir reel kur hedefi taşıyabileceklerini ifade eden Rodrik, enflasyon hedeflemesi politikasıyla bunun çok zorlaştığını ve bu politikanın revize edilmeden bunun mümkün olmadığını ifade ediyor. Bunun da temel olarak daha yüksek döviz rezerviyle sağlanabileceğini zaten Türkiye'deki rezervlerin düşük olduğunu belirtiyor. Kur politikası değişmeli Türkiye Yükselen PiyasalarRezervler/ithalat (ay) 4 7Rezervler/milli gelir (%) 12 24Rezervler/M2 (%) 27 37 Bu durumda döviz alımlarının yanı sıra kısa vadeli para hareketlerini vergilendirmek, özel kesimdeki tasarruf açığının da yükseltilmesi için tüketimin vergilendirilmesi gerekiyor. 16 Kasım tarihli yazımızda da belirttiğimiz gibi, tasarrufların milli gelire oranı yükselmeden bu işin düzelmesi zor. Rodrik de aynı görüşte. Tasarruflar artacak, kur da yükselecek. Çözüm bu ikisinde. hgunes@milliyet.com.tr
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024