Geçen hafta eski İstanbullu olan dayım ve annemle konuşuyorduk; eskiden balığın iyisi Marmara’dan çıkardı. Karadeniz balığı ikinci sınıf sayılırdı. Tabii hamsi hariç! (Kimse yanlış anlamasın; bu köşenin yazarının memleketi Karadeniz sahilindedir!)
Hatta balığın en babası Boğaz’dan çıkardı. Boğaz lüferi ya da Boğaz uskumrusuna hiçbir anasından doğmuş balık yetişemezdi! Konuyu sorduğum, 87 yaşındaki İstanbullu dayım şöyle açıkladı işin sırrını: “Boğaz balığı akıntıya gittiğinden eti diri olur. Tıpkı nehirdeki alabalık gibi”
Sonraları Marmara kirlendi ve balıkçılık Karadeniz’e kaydı. Daha doğrusu, bir de nüfus büyüdü ve Karadeniz imdada yetişti. Olta balıkçılığı tümden kalktı. İş trollere ve mega balıkçılığa dönüştü. Balık İstanbul’a da, Ankara’ya da Samsun’dan gelir oldu.
Yetiştirme balığa mahkûmiyet
Ancak kısa bir süre sonra (Tuna Nehri’nden gelen sanayi atıklarıyla) Karadeniz de kirlendi. Balık çeşidi çok azaldı. Ve tabii yeni trend balık yetiştiriciliği başladı. Artık balık lokantalarında deniz levreği ya da deniz çipurası bulunuyor. Eskiden deniz levreği dendiğinde balığın tatlı su levreği olmadığı oltayla yakalandığı anlaşılırdı. Oysa bu balıklar yetiştirme! Yani avutuyoruz kendimizi.
Ülkemizde balıkçılık aslında Rumlardan kalma bir meslektir. Balık çeşitlerinin isimleri çoğu Rumcadan gelmedir. Balıkçılık tabirleri de. Mesela çapari sözcüğü Rumcadır. İstavriti ya da izmariti Türkçe sananlar da yanılır. Uskumrusundan kalamarına hemen her sözcük Rumcadır.
İlginçtir, Sürmene dışında Trabzon’dan pek balıkçı çıkmaz. Samsun ve Kefken’den de balıkçı olsa da balıkçılığın yatağı Rize’dir. Bu arada denizle Karadenizlilerin çok barışık olduğu da sanılmasın. Karadeniz’den milli yüzücü pek çıkmamıştır. Hamsi dışında da Karadenizlinin pek balık düşkünlüğü yoktur.
Beynimizdeki fosforun kaynağı
Gelelim balıkçılığın ekonomisine. 2007 yılında, yaklaşık 632 bin tonu (yüzde 82) avcılıkla, 140 bin tonu yetiştiricilikle olmak üzere toplam yaklaşık 772 bin ton su ürünleri üretilmiş. Ve bir önceki yıla göre de üretim yüzde 16.7 oranında artmış. Ancak artış daha çok avcılıkta (yüzde 19) olmuş. Yetiştiricilik daha yavaş büyümüş; yüzde 9. Bunun anlamı şu: Türkiye’de kişi başına balık üretimi yılda 11 kilo. Ancak elbette bu kadar tüketim yok. Üretilen balığın bir kısmı balık unu olurken, bir kısmı da ihraç ediliyor. Yani balığı ağzına alan vatandaş sayısı çok sınırlı. Zaten son derece de pahalı.
Deniz ürünleri üretiminde ilk sırayı yüzde 60’lık oranla Doğu Karadeniz Bölgesi alıyor. Onu yüzde 21 ile Batı Karadeniz, yüzde 8’erle Ege ve Marmara ve yüzde 3 ile Akdeniz bölgeleri izliyor.
Deniz balıkları içinde ilk sırayı hamsi (yüzde 50) alıyor: 385 bin ton. 2007’de hamsi bolmuş; üretim yüzde 43 artmış. Ancak bu artıştan (üretimin yarısını kullanan) balık unu üreticileri yararlanmış.
2007’de istavrit (kıraça) üretimi yüzde 63, mezgit yüzde 42 ve sardalye de yüzde 34 oranında artmış. Öte yandan, palamut-torik üretimi yüzde 80, karagöz yüzde 24, lüfer yüzde 18, kefal ise yüzde 7 oranında azalma göstermiş.
Kısacası, derya kuzularının durumu böyle... Beynimizdeki fosforu ancak o kuzuları yersek sağlarız!
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024