Açıkça baştan ifade edeyim; Derviş’in TÜSİAD’daki konuşması gayet derli topluydu. İşadamlarına ufuk çizdiğini düşünüyorum. İşadamları böylece gazetelerin ötesinde küresel gelişmeler hakkında bilgi sahibi oldular.
Hemen ekleyeyim, uluslararası kuruluşlardan gelip de konuşma yapanların sunumlarındaki çok yönlü verilere hep gıpta ederim. Üstelik peşinen belirteyim ki, uluslararası bir kuruluşun başında olmasına rağmen konuşmasından anlaşılıyor ki, Derviş Türkiye’deki gelişmeleri yakından izliyor. Bu yazıyı kaleme almakta biraz geciktim. Çünkü konuşmanın tamamını naklen izlesem de verdiği tablolara ulaşmam zaman aldı.
Derviş önce küresel gelişmeleri değerlendirdi. Emtia (özellikle de gıda) fiyatlarındaki değişimin geçici olmadığını belirtti. Çok doğru. Bir taraftan küresel ısınma, diğer yandan dünya nüfusunun hızla artması ve kentlere göç etmesi, nihayet gelişmekte olan ülkelerde kişi başına tüketimin hızla artması hammadde fiyatlarını zorunlu olarak yükseltiyor.
ABD’deki durgunluğun boyutu
Derviş daha sonra ABD’deki büyüme yavaşlamasının süreceğini ama buna durgunluk denemeyeceğini belirtti. Yani karamsarlığa gerek olmadığını, durumun abartılmaması gerektiğini vurguladı. Bununla beraber, son bir haftaki dalgalanmalar Kemal Derviş’i pek de haklı çıkarmıyor. Şirketlerdeki hasarın oldukça ağır olduğu anlaşılıyor.
Derviş önce dünya ekonomisi hakkında çeşitli bilgileri aktardı. Tasarruf oranının AB’de ortalama yüzde 21, Asya’da yüzde 45, ABD’de yüzde 13, Ortadoğu’da yüzde 49, dünyada yüzde 24, Türkiye’de ise yüzde 16 düzeyinde olduğunu söyledi. Malum, gelişmekte olan ülkeler giderek gelişmiş ülkelerden daha hızlı büyüyor ve kimisinde iç tasarruflar yetersiz kalınca bu sefer dış borçlanma artıyor.
Derviş’in konuşmasında hiç katılmadığım bir konu ise son yıllarda (2003-2007) elde edilen yüksek büyüme performansını uygulanan politikaların etkin rolüne bağlamasıydı. Bu görüş onu AKP ile paralel bir çizgiye oturttu.
Oysa ben birkaç yıldır ısrarla bu dönemde (2003-2006) elde edilen yüksek büyüme performansının dünyadaki likidite bolluğundan kaynaklandığını söylüyorum. Yani başarı bu hükümetin değil dünyadaki paranın. Kaldı ki o dönemde tüm dünyanın büyüme hızı yükseldi.
Kim, nereden koptu?
Nitekim 2006’nın ikinci yarısından başlayarak dünya farklı bir ekonomik iklime girince Türkiye’de büyüme hızı düşmeye başladı. Derviş ise bunu uygulanan politikalardaki performans düşüşüne bağlıyor. İşte bu noktalarda Derviş’ten ayrılıyorum. Derviş’in gelişmekte olan ülkelerin gelişmişlerden koptuğu tezine de katılmıyorum. Belki Çin kısmen koptu ama Türkiye kopamadı.
Derviş şöyle bir hesap yapıyor: Eğer büyümenin yüzde 4-5 olması hedefleniyorsa milli gelirin yüzde 27’si kadar yatırım yapılması yeterli. Tasarruf oranı yüzde 17 ise geri kalan açık doğrudan yabancı sermayeyle kapanabilir. Ancak büyümenin yüzde 8’in üstüne çıkması istenirse, yatırım oranının yüzde 30’a, bunun için de tasarruf oranının yüzde 27’ye çıkması gerekir.
Derviş’e yüzde 100 katıldığım ve uzun süreden beri de savunduğum görüşü ise para politikasının çok sıkılmamasıydı. Hafif dozda denetim yeterli. Böylece fiyat geçişkenliğine (pass-thru) izin verilir ama enflasyona neden olması engellenir. Çok sıkılırsa da durgunluk kaçınılmaz hale gelir.
Kısacası, Derviş daha düşük bir dış açık, ya da daha istikrarlı bir büyüme için reçeteyi İstanbul’da vermiş oldu: Tasarrufları artırın! Katılmamak mümkün mü?
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024