Son 40 yılın renkli iki siyasetçisi, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan... İkincisi “Hakk’a yürüdü.” Allah rahmet eylesin, birincisine Allah uzun ömür versin... İkisi de mühendis, ikisi de Teknik Üniversite’yi bitirmiş, biri inşaatçı, biri makineci... Arkadaşlıkları öğrencilik yıllarına dayanır, biri okuduğu üniversiteye profesör olur, diğeri siyasetin ordinaryüs profesörü...
* * *
Dedik ya, ikisi de çok renkliydi; siyasetin nadanlık, nobranlık, kırıcılık ve hakaretten çok başka tarzı olduğunu anlamışlardı...
Rahmetli Erbakan’ın hatırladığımız çok lafı vardır ama, kadayıfın altının kızarıp kızarmadığını söylemek onun özdeyişidir.
Demirel’in kurduğu azınlık hükümetini açıktan destekliyorlar.
İyi de nereye kadar?
İşte Erbakan’ın kadayıf tepsisi burada devreye giriyor:
“Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakıyoruz!”
* * *
Rahmetli munis, yumuşak, anlayışlı bir politikacıydı.
Lakin gerektiğinde de olması gereken biçimde olurdu.
Başörtülü, türbanlı kızlara cesaret verirdi:
“Rektörler bir gün size selam duracak!”
* * *
Dünya görüşünü “Milli Görüş” çerçevesine almıştı, tabii bu çerçevenin en keskin köşesi de “Adil Ekonomik Düzen”di.
Rahmetli Hoca, uygulanan düzene “Köle düzeni” derdi.
Nedir bu düzen?
Rahmetli Hoca’ya göre bu “Köle düzeni” kendi kendine oluşmamıştı.
“Köle düzeni yeryüzündeki emperyalizm ve siyonizm güçlerinin bilinçli ve planlı bir program olarak yürüttükleri, modern müstemlekecilik tatbikatının sonucuydu.
İşte bu ‘köle düzeni’nin karşısındaki Milli Görüş’te faize yer yoktur. Haksız vergiler kalkacak, paranın değeri hak ölçüsü olarak kabul edilecek, sağlam paraya geçilecek, karşılıksız para basılmayacak, paranın değeri düşürülmeyecek, krediler, adil ölçüler için faydalı iş yapacak herkese verilecektir.”
* * *
Her ekonomik düzenin vergi unsuru mutlak vardır.
Oysa “Milli görüş”ün adil ekonomik düzeninde, gelirden vergi alınmayacaktır.
Gelirden alınan vergi, netice itibarıyla haksız olarak fakir fukaradan alınan vergi demektir. Bunun için adil düzende gelirden vergi alınmayacaktır.
* * *
Erbakan Hoca, adil düzenin barış düzeni olduğunu söyler ve “doktor, hasta ilişkileri” için de bir örnek verir:
Hoca’ya göre, bugünkü faizci, kapitalist düzende doktorla hasta çatışma içindedirler.
“Adiz Düzen’de doktor, ne kadar çok vatandaş kendisini tercih etmiş ise o kadar çok para aldığı için ve görevi sadece hastayı tedavi değil, asıl vatandaşın mesul olduğu kimselerin sağlığını korumak olduğu için ve mes’ul olduğu vatandaş hasta olsa da olmasa da bu bakımdan aynı parayı aldığı için, hatta mes’ul olduğu vatandaşların sağlığını korumakta dikkatli ve itinalı olduğu nispette, hem bu yüzden hem de daha çok vatandaş sağlığını korumuş olduğu için çok kazanacaktır. Bu yapı ise Adil Düzen’de doktor ile hastanın çıkar paralelliği içinde bulunması demektir.”
Erbakan Hoca’nın “Adil Düzeni”nde böyle ilginç örnekler vardı, yarım da olsa iktidara geldi ama bunları uygulayamadı.
* * *
Herkes, rahmetli Hoca’nın çok kibar, nazik bir insan olduğunu söyler.
Kimseyi el öpmeye zorlamaz ama, öpenlere mani olmazmış, öpmeyenlere de “mim” koymazmış, yani “Bu niye elimi öpmüyor” gibi...
Abdüllatif Şener’in anılarında böyle bir olay vardır. (*)
Abdüllatif Şener de yerli yersiz el öpenlerden değilmiş, AKP kurulmuş, Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı, Şener de Bakan... Şener, bir gün havaalanında “Hoca”ya rastlar, saygıda kusur etmediği gibi, eski başbakanını uğurlarken de elini öper. Bu hemen duyulur, bir gün Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener otururlarken Tayyip Erdoğan laf dokundurur ya da Şener’e öyle gelir:
“-Yaa Abdullah görüyor musun, içimizde hâlâ Erbakan’ın elini öpenler var!”
Abdullah Gül de her zamanki üslubuyla,
“-Yok yahu, sahi mi yahu?” diye hayret ifade eden sözler kullanır. Abdüllatif Şener lafı keser:
“-Siz hiç hocanın elini öpmediniz mi? Ben milletvekiliyken Hoca’nın elini öpmüyordum. Artık benim üzerimde otoritesi yok! Rastladığım bir eski başbakana saygımdan dolayı elini öptüm. Ama siz eskiden öpüyordunuz. Şimdi niye tepki gösteriyorsunuz?”
Abdüllatif Şener anılarında bu olayı anlatarak, konunun kapandığını yazar.
* * *
‘İlahi tesadüf!’ diye bir deyim vardır.
Bir “28 Şubat”ta Erbakan Hoca’nın siyasi hayatı darbeye uğramış, “postmodern” darbe rahmetlinin koltuğunu almış, bir başka “28 Şubat” gününe bir gün kala da, ömrünü tamamlamıştır.
Allah rahmet eylesin...
————-
(*)“Adım Da Benimle Beraber Büyüdü”- Çiğdem Toker-Doğan Kitap