Hasan Pulur

Hasan Pulur

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet olayları, birer nüfuz suistimalinden başka bir şey değildir. Devleti yönetenler, kendilerini herkesten ve kanundan üstün görmekte, siyasi nüfuzlarını kullanarak mal, mülk elde etmektedirler. Uzun bir tarihi dönemde sermaye birikimi yapamamış olan Türkiye burjuvazisi esas olarak bu yolla oluşmuştur. Bu sürecin halen devam ettiği anlaşılıyor. Nüfuz suistimalini önlemenin en etkili yolu bağımsız yargı ve kamuoyu denetimidir.
Yakın tarihimizde nüfuz suistimali de hiç eksik olmamıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında halk kitleleri büyük yoksulluk çekerken İttihat ve Terakki yönetiminin nüfuzunu kullanan birtakım kişiler vagon ticareti ile kısa zamanda zengin olmuşlardır. Vagon ticareti şudur: Devlet, Almanya ile ticarette kullanılacak vagonları sınırlamış ve bunları birtakım kişilere tahsis etmiştir. Onlar da bu vagonları yüksek fiyatlarla başkalarına satarak kısa yoldan vurgun yapmışlardır. İaşede yapılan yolsuzlukların ise haddi hesabı yoktur. O yıllarda zengin olmanın bir başka yolu da Ermenilerden ve Rumlardan kalan mallara nüfuzunu kullanarak el koymaktır.
***
Zeki Sarıhan, o dönemi, Falih Rıfkı Atay’dan kaynak göstererek anlatır.
“İttihat ve Terakki devrindeki nüfuz kazançlarına hasret çeken veya Kuvayı Milliye’nin çetecilik günlerinde vurgun ve yağma zevki tatmış olanlar, Gazi’nin yanında ve Meclis’te idi. Birçoklarının devrim umurunda bile olmadığını biliyorduk. Milletvekilliği de boğaz tokluğu geçime yetmez maaşlı bir görevdi. İşleri yalnız idealist tarafından görenler yeni bir Batı Türkiye’sinin ve bu Türkiye içinde yeni bir topluluğun kuruluş savaşlarına katılmanın şevki yanında her şeyi unutuyorlardı. Bu heyecanı duymayanların hatırladıkları tek şey nüfuzlarını satmaktan ibaretti. Para kazanmak için tek sermayeleri de nüfuzları idi.”
***
İş takipçiliğinin o zamanki adı aferizm’dir. İlk aferizm, Ankara’da iş takip etmeye gelenleri haraca kesmekle başlar. Bu iş takipçileri ya zayıf bakanlara söz geçirecek nüfuzlu kişilerle ortak olmak yahut işinden olmak zorundadırlar. Türk olmayanlar bile Ankaralı bir maske edinmek zorundadırlar. Ankara’dan ancak nüfuzlu milletvekilleri aracılığı ile iş çıkarılabilmektedir.
***
Falih Rıfkı Atay anlatmaya devam ediyor:
“İş Bankası’nın bir nevi politikacılar bankası olarak kurulmuş olması, cumhuriyet tarihi için pek acıklı bir aferizm salgınının başlangıcı olmuştur. Kolay kazanç elde etmeye çalışanlar, yerli, yabancı, Ankara’da nüfuz tüccarlarını bulmakta ve onlar vasıtası ile bankayı kendi teşebbüsleri içine sürüklemekte idiler. Birkaç defa, bankayı pek ağır ziyanlardan kurtarmak için onu çıkmaz işlere sokmuş olanları kazandırarak kurtarmak lazım gelmiştir. Bu kurtarılanlardan biri, ki on parasız bir subay emeklisi olarak ilk meclise katılmıştı, bir demiryolu mukavelesinden tam 1 milyon 28 bin lira komisyon almıştı. Bu komisyonun ehemmiyetli bir kısmı, İş Bankası’ndaki hesaplarını kapatmaya ancak yetmişti.”
***
Sizin anlayacağınız “Aferizm” devam etmektedir.
Geleceğinizden umudunuzu kesmeyin.
Bir takım gider, bir takım gelir; “Aferistler”e takmayınız.
Zeki Sarıhan çareyi yazar:
“En etkili yol, bağımsız yargı ve kamuoyu denetimidir.”
O da bizde olmayınca, olacağından da umutlu olmayınca...