Verdiğim sözü tutamıyorum; özür dilerim.
Geçen pazar; bu hafta alışık olmadığınız bir yazım olacak.
Dünyanın en güzel ikinci kadını, sevgili eşim Meltem Hanım’ın bana çektirdiklerini...
Sucuklu yumurtaya nasıl hasret kaldığımı...
Çeşme’de bu yıl da “yaz bekarı” kaldığım bir gece, eğlence mekanlarıyla ünlü biçlerde başına nelerin geldiğini...
Bir balık yemek için oturduğum restoranda önüme konulan hesap pusulasını görünce, kalp krizi geçirip Alper Çizgenakat’ın acil servisinde gözlerimi nasıl açtığımı...
Ayayorgi’deki gürültü krizinde kimin haklı, kimin haksız olduğunu...
Hepsini... Ama hepsini izninizle haftaya bırakıyorum, demiştim...
Sevgili karım; Meltem Hanım yazmayacaksın ültimatomu verdi.
Daha okuyucularıma söz verdim diyemeden, “Bırak canım, sanki bütün millet senin bu saçmalıklarını mı okuyor sanıyorsun.Yeter artık” demez mi? Neden yazmayacakmışım? Yaşadıklarımı, Çeşme’yi anlatmalıyım ki, millete ders olsun! Ben kazıklandım, hastanelik oldum; daha biçlere girmeden, kapıda otoparkçılara “ver 30 lira”, “ver 50 lira” imanım gevredi, sen hiç küçücük bir pet şişe suyu 3 liraya içtin mi? Yazık, günah değil mi bana da okurlarıma...
Diye sıraladım...
Cevap: Sende o zaman gitme...
Susama, içme...
Yeme...
Hayırlar olsun...
Meltem Hanım’ın yine cinleri tepesinde galiba...
Eeeeeeee üç haftadır, cuma-cumartesi-pazar, İzmir-Çeşme-Kuşadası, İstanbul, Bodrum; o düğün, bu düğün, üstelik de her gece en az 3 kapı yaparsa hasbam, olacağı tabi ki bu...
Neyse biz dönelim yine Çeşme’ye...
Ben esnaf düşmanıymışım.
Buyrun bakalım.
Adamlar şunun şurasında iki-üç ay para kazanacaklarmış, onda da gözüm varmış! Sonrasına efendim; benim yazdıklarım yüzünden Çeşme’de sokağa çıkamıyormuş! Arkadaşlarıyla bir yere gittiklerinde, Hamdi Bey’in karısı diye dövecek gibi bakıyorlarmış! Manidar biçimde, “Meltem Hanım, o kocanız olacak adam nerede? Göremiyoruz... Çok özledik!” diyorlarmış...
Tepem öyle attı ki, dayanamadım; “Kim ulan, sana bunu soran densiz” dememle...
Otur oturduğun yerde... Sen değil misin hep erkekliğin yüzde 90’ı kaçmaktır diyen? Ben de her yaz Çeşme’ye geldiğimizde seninle birlikte “kaçakları oynamaktan bıktım usandım” dedi ve son darbeyi vurdu: Haberin yok galiba. Çeşme’de işyeri olanların çoğu, şu İzmirliler, yazlıkçılar olmasa işlerimiz daha iyi olacak...
İstanbulluların da; “Hafta sonu İzmirliler geliyor, Çeşme’nin havasını bozuyor.
Hafta içi Çeşme daha güzel” dediklerini bilmiyorsun galiba.
Sevgili okurlarım durum işte böyle...
Emir büyük yerden, n’apayım? Kırk yılın başında Çeşme’deki bir “yaz bekarı gecesinde” yediğim kazıkları anlatamadım...
Fıtık olmasam iyi...
Olursam da çare yok; yatarım ameliyat masasına... Yeter ki evdeki ağız tadım bozulmasın...
Ben değiştiriyorum...
1 TL’yi kontrol edip, Atatürk’ün resmi olmayanları kabul etmeyin, alışveriş yaptığınız yere geri verin, Atatürk resmi olan 1 TL ile değiştirmelerini isteyin.
Böylece kendiliğinden değersiz olacaktır.
Olay şu: Tepkimizi ölçmek için madeni bir liradan başladılar.
Hatıra parası işin bahanesi.
Sessiz kalınırsa gerisi gelecektir.
10-20-50 derken, Türk parasından Atatürk resmi silinecektir.
Yerine kimin resmi konacağı zaten malum...
Durup dururken güzelim (TL), simgesi değiştirildi...
Sebep? Türk parası güçlenmiş, güçlü paraya güçlü simge gerekmiş! Çalma çırpma kişiliksiz bir simge, paramızın yanına yapıştırıldı...
Sıfırlar atılırken de hatırlayın, hiç bilmediğimiz isimler, resimler kondu paramızın üzerine, sıra büyük resme geldi.
En büyük Türk, Atatürk’e geldi sıra...
Ne oldu bize?..
Hani atalarımızdan mücadele etmeyi öğrenmiştik? Hani vatan mevzu bahisse, gerisi teferruattı? Hangimiz uyar olduk bu söze?
Sınırlarını onun çizdiği bu vatan topraklarında, ATATÜRK’süz para dolaşımına izin vermek sizce de O’na ihanet değil midir?
Moğollar’ı dinleyin...
Ne olacak bu memleketin hali? Bir bilsem, önce kendime, sonra da sizlere anlatacağım.
Türkiye’nin durumunun özetine gelince...
Moğolların şarkısını dinlemenizi tavsiye ederim.
Bir dinleyin, milletin neye oynadığına bir de bakın...
Ve; bir milletin ufukta görünen kara kaderine, gaflet dalalet ve hatta ihanet içinde oluşumuza, savaş tamtamları çalarken oynayıverin gari!... Paralar oldu yeşil mani Tanımıyor engel mani Yok insafı imanı Bol keriz bol enayi
Gemisini kurtaran Fedakar ve cefakar Kaptanın yüzdüğü deniz Biziz abicim biziz Yüzdürmeyin gari
Dul hakkı yetim hakkı Palavradır palavra Niyazidir şehitler Sızlamaz mı o kemikler gari
Yeşili inekler yedi Hazineyi yamyamlar Memleketin içine Ediverdiler gari
Ne şiş yansın ne kebap Diye diye olduk harap Kalmadı başka örecek çorap Yarab bizim başlara Akıl veriver gari
Eller havada Oylar yandı tavada Yok eksilme cakada Cek caklı vaatlere Tok karnımız gari
Kıl olmadan dinleyiverin gari Hayret bir şey oluvermeyin gari Zilleri takıverip oynayıverin gari
Gülümseyin ve düşünün
Dört şey geri gelmezmiş;
Atılan ok
Kaçırılan fırsat
Söylenen söz
Geçen zaman
Tarlan varsa; içinde ol
Teknen varsa; kıçında ol
İşin varsa; başında ol
Eşin varsa; yanında ol
Siz hiçbir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?
Kıymetli malı olanlar bağırmaz!
Domatesçi, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz.
Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz.
İnsan bağırırken düşünemez.
Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir.
Popçular, rockçular boğazlarını patlatana kadar bağırıp durur.
Ama Dede Efendi’yi okuyanlar bağırmaz.
Para kazanan insandan değil;
Paranın kazandığı insandan korkun.