Beşar Esad’ı ve Suriye’yi sadece Türkiye’nin huzursuz komşusu, halkının üçte biri Türkiye’ye sığınmış bir ülke prizmasından görürsek, korkarım bu günlerde ülkede başlaması muhtemel büyük olayları anlamakta güçlük çekeriz. Hatta bu prizma bize, ülke içinde ülke oluşturma yani sözümona Kürt kantonları kepazeliğini de Amerikan özel harekât birliklerinin Rus ordusuyla bayrak gösterme (show the flag) yarışına girdikten sonra yarın bu kantonları (ve PYD-YPG gibi PKK türevlerini) yüzüstü bırakıp gitmesini bile anlamlı şekilde
gözleme imkânı vermez.
Biraz geriye, Ocak 1994’e gider ve zamanın ABD Başkanı Bill Clinton ile Beşar’ın babası Hafız Esad arasındaki görüşmenin ayrıntılarını gözden geçirirsek, ABD’nin Suriye perspektifini yakalama imkânımız olabilir.
1994 Cenevre görüşmesi özellikle önemlidir çünkü Clinton bu görüşmede Suriye’den “ABD’nin dostu olan komşularına karşı yıkıcı-bölücü, tehdit edici davranışlardan ve tutumlardan vazgeçmesini” reddedilmesi zor bir dille söylemişti. Daha sonra çıkan yorumlarda, Clinton’ın dilinin çok tehditkâr olduğu ifade edilmişti.
Clinton’ın adını verdiği iki ülke vardı: Türkiye ve İsrail. ABD Suriye’den PKK’ya desteğini kesmesini ve elebaşı Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmesini istemişti. Gerçi bu talebin yerine getirilmesi beş yıl almış ve ancak 1999’da Öcalan Suriye’ye
terke zorlanmıştı ama görüşmede Türkiye’nin de adı geçmişti. (Bu gecikme, Clinton’ın tehdidinin çok ciddiye alınmadığını göstermişti diyebiliriz.)
Yine bu görüşmede ABD, Suriye’ye, 1979’da girdiği terörist devletler listesinden çıkmak istiyorsa İsrail’e karşı tavrını değiştirmesini bildirmişti. Gariptir ki İsrail’e üç kere savaş ilan etmiş ve o gün kendisine ait Golan bölgesi İsrail işgali altında bulunan Suriye bir çırpıda “İsrail ile şerefli bir barış yapacağını” açıklamış ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara barış görüşmelerine başlamıştı.
1994’teki bu görüşmede Suriye halkına uygulanan baskı rejiminin kaldırılması ve benzeri daha birkaç konuda da ABD’nin talepleri olmuştu; ama o günden bu yana ABD’nin Suriye siyaseti daima Suriye’nin
İsrail ile ilişkisine endekslenmişti.
Suriye de hemen hemen aynı siyaseti izledi: ABD’den bir şey kopartmak istediğinde, Golan’dan aşağı, Musevi köylerine doğru bir roket atıvermişti.
Arap Baharı fırtınasının Suriye’ye yaklaştığı günlerdeki gelişmeleri incelersek, ABD’nin Esad’ın kendi halkına, demokrasi isteyen barışçı göstericilere, etnik haklarını isteyen Türkmenlere, Ezidilere ve Kürtlerle diğer azınlıklara karşı açtığı kanlı savaşa ve kullandığı kimyasal silahlara ve varil bombalarına değil, sadece ve sadece Esad’ın ülkesinde denetimi kaybetmesi; Kasım
2012’de İsrail’e topçu ateşi açılması ve DAEŞ’in İsrail’e tehdit olacağı algısının artmasına tepki gösterdiğini açıkça görebiliriz.
Mısır’da Mursi’ye karşı darbe de bu korkuyla (haydi, “yaptırıldı” demeyelim) desteklendi dersek yanlış olmaz.
Bölgeye, Amerika’nın İsrail’e baktığı pencereden bakmak olayları anlamayı kolaylaştırıyor.